19

    Nüzul SırasıCüzSayfaSure
    48 19377Neml(27)

١٩

فَتَبَسَّمَ ضَاحِكًا مِنْ قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ اَوْزِعْنى اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتى اَنْعَمْتَ عَلَىَّ وَعَلى وَالِدَىَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضيهُ وَاَدْخِلْنى بِرَحْمَتِكَ فى عِبَادِكَ الصَّالِحينَ

(19) fe tebesseme dahikem min kavliha ve kale rabbi evzi’ni en eşküra ni’metek lleti en’amte aleyye ve ala valideyye ve en a’mele salihan terdahu ve edhilni bi rahmetike fi ibadikes salihiyn
Tebessüm edip güldü (süleyman) karınca’nın sözünden ve dedi ki ey Rabbim! beni muvaffak kıl senin nimetine şükür ederim ki o ihsan buyurduğun nimet(lere) gerek bana gerekse babama salih bir iş yapayım senin razı olacağın beni kat rahmetine salih kullarının arasına

1. fe : o zaman, bunun üzerine
2. tebesseme : tebessüm etti
3. dâhıken : gülerek
4. min kavli-hâ : onun sözüne
5. ve kâle : ve dedi
6. rabbi : Rabbim
7. evzı’nî : beni başarılı kıl
8. en eşkure : benim şükretmem
9. ni’mete-ke : senin ni’metin
10. elletî : ki o
11. en’amte : ni’metlendirdin, en’am buyurdun
12. aleyye : bana
13. ve alâ : ve …a
14. vâlideyye : anne ve babam
15. ve en a’mele salihan : ve benim salih amel (nefs tezkiyesi) yapmam
16. terdâ-hu : sen ondan razı oldun
17. ve edhıl-nî : ve beni dahil et
18. bi rahmeti-ke : senin rahmetinle
19. : içine
20. ibâdi-ke : senin kulların
21. es sâlihîne : salihler


AÇIKLAMA
Allah’ın Hz. Davud Ve Hz. Süleyman Peygambere Verdiği Nimetler

15. ayetten 19. ayete kadar;

“Andolsun ki biz Davud’a ve Süleyman’a ilim verdik. İkisi de: “Bizi mümin kullarının bir çoğundan üstün kılan Allah’a hamdolsun.” dediler.”

Yani biz Davud (a.s.) ile oğlu Süleyman’a (a.s.) pek çok ilimler, şer’i mese­leler ve hükümlerin bilgisi ile insanlar arasında hüküm verme bilgisini verdik. Davud’a savaş zırhları yapma sanatını, Süleyman’a da kuşların dilini öğrettik. Onlar da Allah’ın bu nimetlerine karşılık O’na şükrettiler. Bizler gibi hiçbir kimseye verilmeyen dünya ve ahiretin hayırlarını bir arada toplayan bu ilim ve bilgilerle mümin kullarının pek çoğundan bizi üstün kılan Allah’a hamdolsun dediler.

Bu sultanlığın olmazsa olmaz şartı olan ilmin faziletine, ilmin ve alimlerin mertebesinin yüceliğine delildir.

Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Allah içinizden iman edip kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir.” (Mücadele, 58/11).

Bu, alemi nimete şükretmeye ve tevazu göstermeye teşvik etmektedir. Hz. Davud ve Hz. Süleyman (a.s.) kendilerini herkesten üstün görmemekte ancak pek çok kimseden üstün saymaktadırlar. Bu, aynı zamanda alimin her ne ka­dar pekçok kimseden üstün olsa da kendisi gibi pekçok faziletli kimselerin bu­lunduğuna inanması gereğini hatırlatmaktadır.

İlim mertebelerinin en şereflisi Allah’ı ve O’nun sıfatlarını bilmektir. İbni Ebî Hatim rivayet ediyor: Ömer b. Abdülaziz şöyle bir mektup yazmıştı: Allah kuluna bir nimet verip de kul buna şükrederse onun şükrü bu nimetten daha efdal olur. Bunu ancak Allah’ın kitabında buluruz. Allah Tealâ şöyle buyuruyor:

“Andolsun biz Davud’a ve Süleyman’a ilim verdik. Onlar: Bizi mümin kul­larının bir çoğundan üstün kılan Allah’a hamdolsun, dediler.” Hz. Davud ve Hz. Süleyman’a verilen nimetlerden daha üstün hangi nimet vardır?

“Süleyman Davud’a varis oldu.” Yani Süleyman babasının vefatından son­ra peygamberlik, ilim ve sultanlık mirasında onun yerine geçti. Burada anlatıl­mak istenen mal mirası değildir. Çünkü Hz. Süleyman Hz. Davud’un diğer ev­lâtlarından özellikle bu mirasa lâyık olmuştur. Ayrıca peygamberler mal miras bırakmazlar.

Nitekim Rasulullah (s.a.) Buharî, Müslim, Ebu Davud ve Nesaî’nin Hz. Aişe’den (r.a.) rivayet ettikleri hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Biz pey­gamberler topluluğu miras bırakmayız. Bıraktığımız sadakadır.”

Hz. Davud (a.s.) Hz. Süleyman’dan (a.s.) daha çok ibadet ediyordu. Hz. Sü­leyman (a.s.) daha isabetli hüküm veren, Allah’ın nimetine daha çok şükreden ve babasından daha büyük bir saltanata sahip olan bir peygamberdi. Hz. Sü­leyman’a (a.s.) babasına verilen nimetler verilmiştir. Ayrıca buna rüzgârların ve şeytanların onun emrine verilmesi ve kuşların dilini bilmek de ilâve edil­mişti. Nitekim Cenab-ı Hak ona verdiği bazı nimetleri beyan etmiştir.

1- Kuş Dilinin Öğretilmesi:

“Ey insanlar! Bize kuşların dili öğretildi, dedi.” Yani Hz. Süleyman (a.s.) Allah’ın üzerindeki nimetini itiraf ederek Rabbinin kendisine kuşların ve hay­vanların dilini öğrettiğini ve seslerinin çeşidinden onların maksatlarını ayırt edebileceğini söyledi. At, katır, eşek, sığır ve deve gibi bazı hayvanların bakı­mını ve hizmetini yapan bazı kimseler de birtakım hayvan seslerini anlayabil­mekte, hayvanların yeme-içme gibi arzularını idrak etmekte, hastalık veya vurma anındaki acılarını anlayabilmektedirler. Yine modern çağda bazı kimse­ler kuşların üzüntü, sevinç, yeme-içme arzusu ve yardım talep etme halindeki dillerini deney, mülahaza ve aynı durumdaki nağmelerin benzerliği sebebiyle anlayabilmektedirler. Nitekim karınca ve arı gibi haşeratın da dillerini öğren­meye teşebbüs etmişlerdir.

Beyzavî diyor ki: Belki de Hz. Süleyman (a.s.) bir hayvan sesi işittiği za­man ön sezgi gücüyle ona bu sesi çıkartan hususu ve onun bu sesteki amacını biliyordu. Anlatılan şu husus bu cinstendir: Hz. Süleyman şen-şakrak öten bir bülbülün yanından geçiyordu. Hz. Süleyman:

– Bülbül yarım hurma yediğim zaman dünyaya afiyet olsun, diyor dedi. Bunun üzerine bir güvercin öttü. Hz. Süleyman:

– Güvercin diyor ki: Keşke mahlûkat yaratılmasaydı, dedi. Belki de bülbü­lün sesi karın tokluğu ve zihin açıklığı sebebiyle, güvercinin ötmesi de sıkıntı çekmesinden ve kalbinin acı duymasından olabilir.

“Bize her şeyden verildi.” Yani bize din ve dünyadan mülk ve servet gibi herşeyden pek çok hayırlar verildi.

Bu üslup ile -Zemahşerî’nin zikrettiği gibi- verilen şeyin çokluğu murad edilir. Nitekim şöyle denir: “Falan kimseyi herkes ziyaret ediyor. O her şeyi bi­liyor.” Bununla onun ziyaretçilerinin çokluğu, ilminin zenginliği ve genişliğine müracaat edildiği ifade edilmiş olur. Hüdhüd kuşunun Belkıs hakkındaki sözü­nü anlatan şu ayet de bunun gibidir:

“Ona (Belkıs a) her şeyden (bol bol) verildi.” (Nemi, 27/23).

“Bize öğretildi” ve “Bize verildi” cümlelerindeki zamir Hz. Süleyman (a.s.) ve babasına aittir. Yahut siyaset kaideleri gözetilerek meliklerin âdeti olduğu üzere sadece Hz. Süleyman’a (a.s.) aittir.

“Şüphesiz ki bu, apaçık bir lütuftur.” Muhakkak ki peygamberlik, sultan­lık, hakimlik gibi hayîr ve nimetler hiçbir kimseye gizli kalmayan, apaçık, ba­riz ilâhî lütuflardır. Bu Allah’ın bizim üzerimizdeki lütfudur.

Bu ifade şükür ve hamd makamında variddir. Nitekim Rasulullah (s.a) Müslim ve Ebu Davud’un Ebu Hureyre’den (r.a.) rivayet ettikleri hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Ben kıyamet günü Ademoğlunun efendisiyim. Bunu iftihar etmek için söylemiyorum.” Yani bunu şükür olması için söylüyorum.

2- Hz. Süleyman’ın (a.s.) Ordular:

“Süleyman’ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen askerle­ri toplandı. Hepsi bir arada sevk ediliyorlardı.”

Hz. Süleyman’ın askerleri bir araya geldiler. Cinler… İnsanlar… Kuşlar… toplandılar. Yani Hz. Süleyman onların içinde büyük bir ihtişam ve azamet içinde bineğe binmişti. Onun peşinde insanlar, sonra cinler, daha sonra da kuş­lar yer almıştı. Eğer hava sıcaksa kuşlar kanatlarıyla ona gölge ediyorlardı. Onlar bir sıra ve düzen içinde toplanıyorlardı. Böylece hiçbir kimse yerinden ve mertebesinden öne geçemiyordu. Toplu halde bulunuyorlar, onlardan hiçbir kimse geri kalmıyordu.

Bu, Hz. Süleyman’ın (a.s.) başlarında komutanları olan büyük bir ordu olarak yola çıktığına ve bu ordunun sadece insanlardan meydana gelen bir or­du olmadığına, Hz. Süleyman’la (a.s.) birlikte cinler ve kuşların da bulunduğu­na delâlet etmektedir.

Mücahid diyor ki: Her sınıfa komutan tayin edilmişti. Bu komutanlar öndekiler ileri gitmesinler diye bugün subayların yaptığı gibi öndekileri arkadakilerle birleştiriyorlardı.

Hz. Osman (r.a.) şöyle demiştir: “Sultan, Kur’an’ın insanı menettiğinden daha çok insanları meneder.” Hasan-ı Basrî ise şöyle demiştir: “İnsanlar için mutlaka bir caydırıcıya -yani engelleyici bir sultana- ihtiyaç vardır.”

Bu, Allah tarafından bir lütuf olarak ve duası kabul olunarak Hz. Süley­man’ın (a.s.) peygamberlik ve bütün yetkileri ve kendisinden sonra hiçbir kim­seye nasip olmayan sultanlığı elinde topladığına delildir.

“Süleyman dedi ki: Ey Rabbim! Bana mağfiret eyle. Bana benden sonra hiçbir kimseye lâyık olmayan bir mülk ihsan eyle. Şüphesiz ki sen çok çok bağışlayıcısın. Bunun üzerine biz de rüzgârı onun emrine verdik. Rüzgâr Süley­man’ın emriyle onun dilediği yere gayet yumuşak bir şekilde akar giderdi. Ayrı­ca şeytanları (onlardan) her bina ustasını ve dalgıcı (Onun emrine verdik).” (Sad, 38/35-37).

“O’nun önünde Rabbinin emriyle çalışan cinler de vardı. İçlerinden kim bi­zim emrimizden saparsa ona çılgın azaptan tattırırdık. Onlar kaleler, heykeller, büyük havuzlar gibi, çanaklar ve sabit kazanlar gibi O’nun dilediği şeyi kendi­sine yaparlardı.” (Sebe, 34/12-13).

Bundan anlaşılmaktadır ki Allah Tealâ insanları Hz. Süleyman’ın (a.s.) emrine vermiştir. Bu şekilde pek çok orduları vardı. Ayrıca -Hüdhüd kıssasında geleceği gibi- büyük binaları, geniş çanakları ve sabit kazanları yapmak için cinler Onun emrine de verilmişti.

3- Karınca Kıssası:

“Nihayet karınca vadisine geldiklerinde bir karınca: Ey karıncalar! Yuva­larınıza girin, aman Süleyman ve askerleri farkında olmayarak sizi ezmesinler, dedi.”

Yani Hz. Süleyman (a.s.) ile beraberindeki ordular -sabit olmayan rivayete göre- Şam’da veya bir başka yerde karıncaları çok olan Karınca Vadisi’ne gel­diklerinde bir karınca -Hz. Süleyman’ın anladığı gibi o karıncaların kraliçesi idi- şöyle nida etti: Ey karıncalar! Evlerinize girin. Sakın Süleyman ve orduları hiç farkına varmadan sizi kırmasınlar, dedi.

“Sizi ezmesinler.” ifadesi Keşşafta yer aldığı gibi emrin cevabı da olabilir. Yani yuvalarınıza girin sizi ezmesin. Meselâ çalış ki başarısız olmayasın cümle­si gibi. Ya da emrin yerine geçen nehiy olabilir. Yani bulunduğunuz yerde dur­mayın, yoksa ezilirsiniz demektir. Bu aynen seni sakın burada görmeyeyim cümlesi gibidir.

“Süleyman karıncanın sözünden dolayı hafifçe güldü ve şöyle dedi: Ey Rabbim! Bana ve ana-babama lütfettiğin nimete şükretmemi, razı olacağın salih amel işlememi bana ilham et. Rahmetinle beni salih kullarının arasına kat.”

Hz. Süleyman karıncanın sözünü anlayıp onun uyarısından dolayı hayret ederek veya Allah’ın kendisine özellikle verdiği karıncanın maksadını anlama kabiliyetinden dolayı sevinerek gülmeye başladı ve şöyle niyazda bulundu:

-Ey Rabbim! Bana verdiğin kuşların ve diğer hayvanların dilini öğretmen şeklindeki nimetine karşılık, anne ve babama verdiğin sana teslim olma ve sa­na iman etme nimetine karşılık sana şükretmeyi, nimete şükür vazifesini yeri­ne getirmek için seveceğin ve razı olacağın amel işlemeyi de bana ilham eyle. Benim canımı aldığın zaman beni peygamberler, veliler gibi salihler zümresi içinde cennette kıl.

Hz. Süleyman anne-babasını da duada zikretti. Çünkü çocuğa verilen ni­met ve özellikle din nimeti anne-babaya verilen nimettir. Çünkü çocuk muttaki olursa duası ve şefaatiyle anne ve babasına faydalı olur. Ayrıca müminler de her dua ettiklerinde onlara faydalı olurlar.

Bu, ilim nimetinin yalnız başına şükrü vacip kılmaya yeterli olduğuna, bu nimeti veren ve lütufta bulunan zatın hamdü sena etmeye lâyık olduğuna delil­dir. Yine bu ayet anne ve babaya itaat ve iyilikte bulunmaya ve öldükten sonra onlara dua etmeye delildir.

Hz. Süleyman’ın (a.s.) karıncaların sözlerini anladığını bildiren olaylardan biri de İbni Ebî Hatim’in Ebu’s-Sıddîk en-Naci’den naklettiği şu olaydır: Hz. Süleyman (a.s.) yağmur duasına çıkmıştı. Bir de ne görsün, bir karınca sırtı üzerine yatmış, ellerini ayaklarını gökyüzüne çevirmiş şöyle diyordu:

– Allahım! Bizler senin yarattığın varlıklardanız. Senin yağmuruna muh­tacız. Bize yağmur vermezsen bizi helak etmiş olursun.

Bunun üzerine Hz. Süleyman (a.s.) kavmine:

– Geri dönün. Başkalarının duasıyla yağmura kavuştunuz, dedi.