٧٨
اَيْنَ مَا تَكُونُوا يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنْتُمْ فى بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍ وَاِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هذِه مِنْ عِنْدِ اللّهِ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّءَةٌ يَقُولُوا هذِه مِنْ عِنْدِكَ قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللّهِ فَمَالِ هؤُلَاءِ الْقَوْمِ لَايَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَديثًا
(78) eyne ma tekunu yüdrikümül mevtü ve lev küntüm fi burucim müşeyyedeh ve in tüsibhüm hasenetüy yekulu hazihi min indillah ve in tüsibhüm seyyietüy yekulu hazihi min indik kul küllüm min indillah fe mali haülail kavmi la yekadune yefkahune hadisa
nerede olursanız olun ölüm size yetişir velev ki olsanız da sağlam burçlarda (kalelerde) ve eğer onlara bir iyilik gelirse bu Allah’tandır derler ve bir kötülük isabet ederse bu sendendir derler de ki hepsi Allah’tandır işte bu kavme ne oluyor sözü anlamaya yanaşmıyorlar
1. | eyne mâ | : nerede |
2. | tekûnû | : olursunuz |
3. | yudrik-kum | : size yetişir, erişir |
4. | el mevtu | : ölüm |
5. | ve lev | : ve eğer … olsa |
6. | kuntum | : siz oldunuz |
7. | fî burûcin | : kalelerde, burçlarda |
8. | muşeyyedetin | : sağlam, muhkem, yüksek |
9. | ve in | : ve eğer, olsa |
10. | tusıb-hum | : onlara isabet etti |
11. | hasenetun | : hayır, iyilik |
12. | yekûlû | : derler |
13. | hâzihî | : bu |
14. | min indi | : katından |
15. | allâhi | : Allah |
16. | ve in | : ve eğer |
17. | tusıb-hum | : onlara isabet etti |
18. | seyyietun | : kötülük |
19. | yekûlû | : derler |
20. | hâzihî | : bu |
21. | min ındi-ke | : senin katından, senin tarafından, senden |
22. | kul | : de, söyle |
23. | kullun | : hepsi |
24. | min ındi | : katından |
25. | allâhi | : Allah |
26. | fe | : artık |
27. | mâ li hâulâi | : bunlara ne oluyor |
28. | el kavmi | : kavim, topluluk |
29. | lâ yekâdûne | : neredeyse olmayacak, olmuyor |
30. | yefkahûne | : fıkıh ediyorlar, anlıyorlar |
31. | hadîsen | : söz, konuşulan kelâm |
أَيْنَمَا her neredeتَكُونُوا olsanızيُدْرِكُّمْsize yetişirالْمَوْتُ ölümوَلَوْ كُنتُمْ de olsanızفِي بُرُوجٍ yüksek kalelerdeمُشَيَّدَةٍ sağlamlaştırılmışوَإِنْ تُصِبْهُمْ onlara gelseحَسَنَةٌ bir iyilikيَقُولُوا derlerهَذِهِ buمِنْ عِنْدِ اللَّهِ Allah’tandırوَإِنْ تُصِبْهُمْ kendilerine dokununcaسَيِّئَةٌ bir kötülükيَقُولُوا derlerهَذِهِ buمِنْ عِنْدِكَ senin tarafındandırقُلْ de kiكُلٌّhepsiمِنْ عِنْدِ tarafındandırاللَّهِ Allahفَمَالِ o halde ne oluyor daهَؤُلَاءِ buالْقَوْمِ toplumaلَا يَكَادُونَ hiç yanaşmıyorlarيَفْقَهُونَ anlamayaحَدِيثًاsöz
SEBEB-İ NÜZUL
Ebu Salih rivayetinde İbn Abbâs şöyle diyor: Uhud gazvesinde mü’minlerden bazıları şehid olunca cihaddan geri duran ve arkada kalarak savaşa katılmıyan münafıklar: “Öldürülen kardeşlerimiz de bizimle beraber olsalar ve savaşa gitmeseleri ölmez ve öldürülmezlerlerdi.” dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.
Ayet-i kerimenin “Şayet onlara bir iyilik isabet ederse “Bu, Allah’tandır.” derler. Bir kötülük erişirse de “Bu, senin yüzündendir.” derler. De ki: “Hepsi Allah katındandır.” kısmının nüzul sebebinin ise yahudiler ve münafıklar olduğu söylenmiştir. Şöyle ki: Hz. Peygamber (sa)’in Medine-i Münevvere* ye gelmesinden bir süre sonra: “Bu adam ve arkadaşları bize geldikten sonra meyvelerimizde ve ekinlerimizde noksanlığı (eksikliği) bilir olduk.” dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.