44

٤٤

ذلِكَ مِنْ اَنْبَاءِ الْغَيْبِ نُوحيهِ اِلَيْكَ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِ اِذْ يُلْقُونَ اَقْلَامَهُمْ اَيُّهُمْ يَكْفُلُ مَرْيَمَ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يَخْتَصِمُونَ

(44) zalike min embail ğaybi nuhiyhi ileyk ve ma künte ledeyhim iz yülkune aklamehüm eyyühüm yekfülü meryeme ve ma künte ledeyhim iz yahtesimun

işte bu gayb haberlerindendir onu sana vahy ediyoruz sen onların yanında değildin onlar kalemleri attıkları zaman Meryem’i hangisi himayesine alacak diye onların yanında değildin onlar çekiştikleri zamanda

1. zâlike : işte bu
2. min enbâi : haberlerinden
3. el gaybi : gayb
4. nûhî-hi ileyke : onu sana vahyediyoruz
5. ve mâ kunte : ve sen … değildin
6. ledey-him : onların yanında
7. iz yulkûne : attıkları zaman
8. eklâme-hum : kalemleri
9. eyyu-hum : onların hangisi
10. yekfulu meryeme : Meryem’e kefil olacak, bakımını üstlenecek
11. ve mâ kunte : ve sen … değildin
12. ledey-him : onların yanında
13. iz yahtesımûne : onlar tartışıyorlar


AÇIKLAMA

Melekler Hz. Meryem’e çokça ibadeti, zühdü, şerefi, kederlerden, vesvese­lerden, kötü huylardan ve olumsuz sıfatlardan arındırılmış olması (ki bu da manevî bir arındırmadır) sebebiyle Allah’ın onu seçtiğini haber verdi, ikinci bir defa olarak ay hali olmamak, lohusa olmamak, erkekle birlikte olmaksızın do­ğum yapmak gibi maddî kirlerden arındırılmak suretiyle de seçildiğini, çağdaşı olan diğer kadınlara üstün kılındığını belirtti. O halde Hz. Meryem kirlerden, ay hali, lohusalık ve buna benzer kir ve pisliklerle, maddî ve manevî beşerî ku­sur ve eksikliklerden arındırılmıştır. Ay hali olmayan Hz. Fatımatü’z-Zehra da onun gibiydi. Bu bakımdan Hz. Fatıma’ya “ez-Zehra” unvanı verilmiştir.

Ey Meryem, Allah’a boyun eğerek itaatten ayrılma! Allah’a huşu duyarak secde et! Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Göklerde ve yerde bulu­nanlar yalnız O’nundur. Hepsi O’na boyun eğerler.” (Rum, 30/26). Secde etmek, alçakgönüllülüğünü arz etmek, rükû etmek ise eğilmek demektir. Secde ve rü-kûdan kasıt ise, bunların ifade ettiği ibadette alçakgönüllülük göstermek ve huşu duymaktır.

Hz. Zekeriya, Hz. Yahya ve Hz. Meryem’in haberlerine dair sana bildirmiş olduğumuz bu haberler, senin kavminden herhangi bir kimsenin de haberdar olmadığı gayb haberlerindendir. Bunlar sana Ruhul-Emin olan Hz. Cebrail va­sıtasıyla vahyettiğimiz bilgilerle öğrendiğin şeylerdir. Bu bunların senin peygamerliğinin sıhhatine delil olsun, sana karşı inat edenleri susturucu bir belge ol­sun diyedir.

Ayrıca, Hz. Peygamberin buna dair bilgilerinin Yüce Allah tarafından ge­len vahiyle olduğunu da ispat etmektir. Kendisine öğretilen iki şey vardır: Bi­rincisi Hz. Meryem kıssası, diğeri ise Hz. Zekeriya kıssasıdır.

İmran’ın hanımı gelip Meryem’i Beytül-Makdis’e bıraktığı vakit oradaki alimler de onu himayelerine alıp ona hizmet etmek için birbirleriyle yarıştıkla­rında sen orada değildin. Çünkü Meryem onların efendilerinin, büyüklerinin kızıydı. Bu konuda kura çekmeye koyuldular. Kura Hz. Zekeriya’ya çıktı ve onu himayesine aldı.

Onlar ancak kuradan sonra ittifak etmişlerdi. Bu kıssayı sen de, senin kavmin de sen de onlar gibi ümmî olduğundan dolayı bilmediğine göre, o hal­de senin bunu bilmek için tek bir yolun kalıyor; o da Allah’tan sana gelen vahiy yoluyla bilmek. O tartışmalara tanık olmayı ise Yüce Allah inkarcılarla alay etmek üzere nefyetmiş bulunmaktadır. Bu da Yüce Allah’ın şu buyruğuna ben­zemektedir: “Bunlar bizim sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Onları bundan evvel ne sen biliyordun, ne de kavmin.” (Hud, 11/49).

Onların iddia ettikleri gibi Hz. Peygamber’e bu bilgileri bir insanın öğretti­ğine gelince, bunu da Yüce Allah şu buyruğu ile reddetmektedir: “İnkâra sapa­rak o Kur’an’ı nispet ettikleri kimsenin dili Arapça değildir. Bu ise apaçık Arap­ça bir dildir.” (Nahl, 16/103). Dili Arapça olan ise, daha önce okumamış, yaz­mamış, ümmî peygamberdir.

Bu ayet-i kerime Hz. Nuh’un kıssası hakkında söz konusu edilen şu ayet-i kerimeyi andırmaktadır: “Bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Onları bundan önce ne sen biliyordun, ne de kavmin.” (Hud, 11/49). Aynı şekil­de Hz. Musa ile Hz. Şuayb kıssasından sonra zikredilen şu ayet-i kerimeye de benzemektedir: “Biz Musa’ya emri vahyettiğimiz vakit sen (Tufun) batı tarafın­da değildin.” (Kasas, 28/44).