٤٤
بَلْ مَتَّعْنَا هؤُلَاءِ وَابَاءَهُمْ حَتّى طَالَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُ اَفَلَا يَرَوْنَ اَنَّا نَاْتِى الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَا اَفَهُمُ الْغَالِبُونَ
(44) bel metta’na haülai ve abaehüm hatta tale aleyhimül umür e fela yeravne enna ne’til erda nenkusuha min atrafiha e fehümül ğalibun
evet biz faydalandırdık onları ve babalarını hatta onlara yaşam süresi uzun geldi şimdi görmüyorlar mı? elbette biz geliyoruz (onlara) yerlerinin çevresini azaltıyoruz galip olanlar onlar mı?
1. | bel | : hayır |
2. | metta’nâ | : biz onları metalandırdık, faydalandırdık |
3. | hâulâi | : işte onlar |
4. | ve âbâe-hum | : ve onların babaları, ataları |
5. | hattâ | : öyle ki, hatta, oluncaya kadar |
6. | tâle | : uzun geldi |
7. | aleyhim | : onlara |
8. | el umuru | : ömür |
9. | e fe lâ yerevne | : artık, hâlâ görmüyorlar mı |
10. | ennâ | : nasıl |
11. | ne’ti | : geliyoruz |
12. | el arda | : arz, yeryüzü |
13. | nenkusû-hâ | : onu eksiltiyoruz |
14. | min etrâfi-hâ | : onun etrafından, çevresinden |
15. | e fe hum | : öyleyse, hâlâ onlar mı |
16. | el gâlibûne | : gâlip olanlar, üstün gelenler |