70

٧٠

وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ وَهُوَ اَعْلَمُ بِمَا يَفْعَلُونَ

(70) ve vüffiyet küllü nefsim ma amilet ve hüve a’lemü bima yef’alun
Ve herkese yaptığının karşılığı tamamen ödenecek o onların yapmış olduklarını en iyi bilendir

1. ve vuffiyet : ve vefa edildi, ödendi
2. kullu : her, hepsi
3. nefsin : nefs, kişi
4. : şey
5. amilet : yaptı
6. ve huve : ve o
7. a’lemu : çok iyi bilir, en iyi bilir
8. bi mâ : o şeyi
9. yef’alûne : yapıyorlar


AÇIKLAMA

Allah Tealâ, kıyamet gününün dehşetini ve o gün müşahede edilecek olan Yüce Allah’ın kemâl-i kudreti ile tamam-i azametine delâlet eden bü­yük olayları haber vermekte ve şöyle buyurmaktadır:

“Sur’a üflendi, göklerde ve yerde olanlar düşüp bayıldı. Ancak Allah’ın dilediği kaldı. Sonra ona bir daha üflendi. O anda görürsün ki onlar kalk­mışlar, bakmıyorlar.” Yani bu, Sur’a ilk üfürülüşüdür ki, canlılar bununla öleceklerdir. Şöyle ki; İsrafil (a.s.), bir boru veya boynuzdan ibaret olan Sur’a üfürecek ve göklerde ve yerde bulunanlar, korkudan ve bu sesin şid­detinden öleceklerdir. Burada geçen “Sa’k” kelimesi, olduğu yerde aniden ölmek demektir.

O zaman sadece Cebrail, Mikâil ve İsrafil gibi Allah’ın, ölmemesini murad ettikleri kalacaktır. Bunlar ise daha sonra öleceklerdir. Katâde ise, “O anda ölmeyecek olanların kimler olduğunu bilmiyoruz.” demiştir.

Daha sonra, ölülerin kabirlerden dirilmesi için Sur’a ikinci kere üflenecektir. Bu üfürüş üzerine bütün mahlukât, ufalanmış kemik yığınından ibaret iken canlanıp ayakları üzerine dikilecek ve kıyametin dehşetli sah­nelerine ve kendilerine söylenenlere bakacaklar. Yahut, ufalanmış kemik halindeyken diriltildikten sonra kendilerine yapılacakları bekleyecekler. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “O, bir tek haykırıştır. Hemen on­lar uyanırlar.” (Nâzi’ât, 79/13-14), “Sizi çağıracağı gün, O’na hamdederek çağrısına uyarsınız ve pek az kaldığınızı sanırsınız.” (İsrâ, 17/52), “O’nun ayetlerinden biri de, göğün ve yerin O’nun buyruğuyla durmasıdır. Sonra sizi yerden bir tek davetle çağırdığı zaman bir de bakarsınız ki, çıkarılıyor­sunuz.” (Rûm, 30/25).

Daha sonra Allah Tealâ, kıyamet gününün bazı ahvalini zikretmektedir:

1- “Yer, Rabbinin nuru ile parladı.” Yani mahşer yeri, Yüce Allah’ın, kulları hakkında hüküm vermek için tecelli etmesiyle, o yüce mahkemede ikame ettiği adalet ve kulları arasında hak ölçüsü üzere verdiği hüküm ile ışıklandı ve aydınlandı.

2- “Kitap kondu.” Yani Ademoğullarının amellerinin kayıtlı olduğu ki­taplar ve sayfalar, sahiplerinin önüne kondu. Bu kitaplar, ait oldukları kimselerin ya sağına veya soluna konur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyur­maktadır: “Her insanın amel kuşunu boynuna doladık. Kıyamet günü onun için, açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkarırız.” (İsrâ, 17/13), “Bu kitap da ne oluyor; ne küçük ne de büyük hiçbir şey bırakmıyor, her şeyi sayıp döküyor.” (Kehf, 18/49).

3, 4- “Peygamberler ve şahitler getirildi.” Yani peygamberler, gönderil­dikleri ümmetlerin kendilerine icabet edip etmediği sorulmak üzere hesap yerine getirildi. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Her ümmetten bir şahit, seni de bunlara şakit getirdiğimiz zaman halleri nice olur?” (Ni­sa, 4/41). Yine hesap yerine, ümmetler üzerine şahitlik edecek olan ve kul­ların amellerini kaydeden hafaza melekleri getirildi. Nitekim Allah Tealâ şöyle buyurmaktadır: “Her can, yanında bir sürücü ve bir de şahitle geldi.” (Kaf, 50/21). Buradaki “sürücü”, kişiyi hesap yerine sürüp götüren demek­tir. “Şahit” ise onun üzerine şahitlik yapandır. Aynı zamanda buradaki şa­hit, diğer ümmetlere gelen peygamberlerin onlara tebliğ ettikleri hususlar üzerinde onlara şahitlik edecek olan Ümmet-i Muhammed fertleridir. Nite­kim Allah Tealâ şöyle buyurmaktadır: “Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şahit olasınız.” (Bakara, 2/143).

Aynı şekilde Allah yolunda şehit olan müminler de getirildi. Onlar da kıyamet günü tebliğde bulundukları halde hakkı yalanlayan kimseler aley­hine şahitlik ettiler.

Kullar arasındaki davalar çözüme kavuşturulduktan sonra Allah Te­alâ, her şahsa hakkının verileceğini beyan etmekte ve bu anlamda dört ay­rı ibare ile şöyle buyurmaktadır:

1- “Aralarında adaletle hükmedildi.” Yani kullar arasında adalet ve tam bir doğrulukla hüküm verildi.

2- “Onlara asla zulmedilmez.” Yani sevapları eksiltilmez ve azapları artırılmaz. Onlara verilen karşılık, amelleri miktarınca olur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Hiç kimseye bir haksızlık edilmez. İnsanın yaptığı iş bir hardal tanesi ağır­lığınca da olsa, onu getiririz. Hesap gören olarak biz yeteriz.” (Enbiyâ, 21/47), “Allah zerre kadar haksızlık etmez, zerre miktarı bir iyilik olsa, onu kat kat yapar, ve kendi katından da büyük mükâfat verir. ” (Nisa, 4/40).

3- “Herkese, yaptığının karşılığı tam verildi.” Yani her nefse, işlediği hayır ve şerrin karşılığı tam olarak verildi.

4- “O, onların yaptıklarını en iyi bilendir.” Yani yüce Allah, kulların dünyada yaptıklarını, herhangi bir kâtibe, hesapçıya veya şahide ihtiyacı bulunmaksızın bilendir. Kıyamet günü amel defterinin, peygamberlerin ve şahitlerin getirilmesi ise, kişinin ileri sürebileceği mazeretlere mahal bı­rakmamak içindir. Bu hükmün zikredilmesinin sebebi, Allah Tealâ’nın, tam bir ilme dayanarak hak ile hüküm vereceğine ve dolayısıyla Onun ve­receği bu hükümde herhangi bir hata bulunması ihtimalinin söz konusu ol­madığına delâlet etmesidir. Ayetten maksat, her mükellefin hak ettiğine ulaşacağını açıklamaktır.