37

    Nüzul SırasıCüzSayfaSure
    84 21407Rum(30)

٣٧

اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ اِنَّ فى ذلِكَ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

(37) e ve lem yerav ennellahe yebsütur rizka li mey yeşaü ve yakdir inne fi zalike le ayatil li kavmiy yü’minun
Görmediler mi? Allah dilediğine rızkı genişletir hem de daraltır gerçekten bunda ibretler (vardır) inanan bir kavim için

1. e ve lem yerev : ve görmüyorlar mı
2. enne : olduğunu
3. allah : Allah
4. yebsutu : genişletir
5. er rızka : rızık
6. li men : kimse için
7. yeşâu : diler
8. ve yakdiru : ve takdir eder
9. inne : muhakkak
10. fî zâlike : bunda vardır
11. le : elbette, gerçekten, mutlaka
12. âyâtin : âyetler
13. li kavmin : bir kavim için
14. yu’minûne : mü’min olan, îmân eden


AÇIKLAMA

“İnsanlara bir zarar isabet etti mi Rablerine, O’na dönerek dua ederler. Sonra onlara kendi tarafından bir nimet tattırdığında içlerinden bir grup Rablerine ortak koşarlar.” Yani insanlara genellikle hastalık veya açlık gibi bir belâ veya sıkıntı ya da havada, denizde ve karada başlarına bir tehlike dokunsa; onlar sadece bir olan, hiçbir ortağı olmayan Allah’a yönelerek Ona dua etmeye, Ona yalvarmaya, Ondan yardım dilemeye başlarlar. Ni­hayet onlardan belâyı kaldırıp da onlara nimetlerini bol bol verince onlardan bir grup serbest durumda Allah’a şirk koşarlar, O’nunla birlikte putla­ra ve heykellere taparlar.

Onlar menfaatçi ve çıkarcıdırlar. Menfaat vaktinde veya şiddetli ihti­yaç zamanında, Allah’a iman eder, sadece O’na dua ederler. Sonra da Rablerini tanımamazlıktan gelirler. Genişlik ve bolluk zamanında O’ndan yüz çevirirler. Hatta başkalarını O’na ortak koşarlar. Bu gerçekten çok şaşıla­cak ve garipsenecek bir olaydır.

“Böylece kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük etmiş olurlar.” “Li-yekfurû” kelimesindeki lâm, akıbet lamıdır. Yani onlar sonunda Al­lah’ın nimetine nankörlük, Onun lütuf ve ihsanını tanımamak gafletine düşerler. Bazıları bu fiilin tehdit manasında emir fiili olduğu görüşünü ile­ri sürdüler. Bu aynen şu ayet gibidir: “Dileyen iman etsin, dileyen inkâr et­sin. ” (Kehf, 18/29). Bundan sonraki emir ifadesi de böyledir:

“Hele zevklenedurun, yakında bileceksiniz.” Emir tehdit içindir. Bura­daki emir şu ayetteki emir gibidir: “Dilediğinizi yapın.” (Fussilet, 41/40). Yani ey müşrikler, dünyanın zevklerini ve lezzetlerini tadın bakalım. Dün­yanın zevkleri geçici ve yok olmaya mahkûmdur. Allah’a yemin olsun ki bir yol kesici beni tehdit etse, ondan korkarım. Ya burada tehdit eden, bir şeye “Ol dediği zaman, dediği oluveren” Allah ise ben ne yaparım?!

Sonra Allah Tealâ müşriklerin hiçbir delil veya hüccet olmaksızın Al­lah’tan başkasına ibadet etme hususunda ihtilaf etmelerini reddederek şöyle buyurdu:

“Yoksa biz onlara bir hüccet indirdik de, Ona eş tutmalarını bu mu söylüyor?” Yani biz onlara bu yaptıklarını onaylayan onlara şirk koşmaları­nı söyleyen, yahut şirk koşmalarını gösteren, ya da bu konuda şahitlik eden ve putlara tapma hususunda delil olacak bir kitap ve hüccet mi indirdik?

Bu, inkâr mânâsında soru olup, bunun anlamı, böyle bir şey olmamış­tır, Allah onlara bu söylediklerini kabul eden, bir kitap indirmemiştir, hiç­bir peygamber göndermemiştir. Bu sadece onların icad ettikleri bir şeydir. Onlar sapıklıklarında gidip gelirler.

Allah Tealâ şirki açık olan müşrikin durumunu beyan ettikten sonra bunun alt derecesinde olan müşrikin durumunu beyan etti. Bu çeşit müşri­kin, Allah’a ibadeti dünya için olan kendisine dünya malı verince memnun ve razı olan, vermediği zaman da buğzedip ümitsizliğe kapılan kimse oldu­ğunu Cenab-ı Hak şöyle açıklamaktadır:

“Ne zaman insanlara bir nimet tattırdıysak, onunla çok sevinirler. İşle­dikleri günahlar yüzünden başlarına bir kötülük gelince de hemen ümitsiz­liğe kapılırlar.” Allah bazı insanlara bir nimet ihsan ettiği zaman insanlar

bununla şımanr ve şöyle der: “Günahlar benden gitti. Halbuki o çok şıma­rık ve gururludur.” (Hud, 11/10). Yani insanoğlu kendi kendine şımarır, başkalarına karşı övünür. Kendisine bir sıkıntı veya kötülük dokunduğu zaman Allah’ın rahmetinden ümitsizliğe kapılır ve buğzeder. Çünkü kendi­sine bir kötülüğün dokunması günahının uğursuzluğu sebebiyle olmuştur.

Dikkat edilirse Allah Tealâ “nimet’i kendi lütfuyla verdiği için nime­tin sebebini zikretmemekte, “azab’ın adaleti gerçekleştirmek için verilmesi sebebiyle azabın sebebini zikretmektedir.

Bu ifade insanoğlu ve tabiatını yadırgama şeklindedir. Fakat bir baş­ka ayette, daha önce geçen Hud ayeti akabinde Allah Tealâ sabreden mü­minleri istisna ederek şöyle buyurdu: “Ancak sabreden ve salih amel işle­yenler müstesna…” (Hud, 11/11). Nitekim İmam Ahmed ve Müslim’in Su-heyb (r.a.)’den rivayet ettikleri sahih hadiste buyuruluyor ki: “Mümine hayret edilir. Allah onun için bir hüküm vermez ki onun için hayır olmasın. Mümine bir iyilik isabet ederse, şükreder. Bu onun için hayırlı olur. Ona bir sıkıntı dokunursa, sabreder ve bu onun için yine hayırlı olur.”

Daha sonra Allah Tealâ ümitsizliği ve umutsuzluğu kovacak şu ifade­lerle onları uyarmaktadır:

“Onlar, Allah’ın, dilediğinin rızkını genişlettiğini, dilediğinin rızkını da daralttığını görmüyorlar mı?” Onlar bilmiyorlar mı ve görmüyorlar mı ki Allah küfür sıfatının varlığına bakmaksızın imtihan olsun diye kulların­dan dilediğine geniş rızık verir, iman ve salih amel bulunsa bile, dilediğine rızkı daraltır. Her iki durumu da hikmetiyle ve adaletiyle meydana getirip tasarrufta bulunan sadece Allah’tır. Allah iman ve küfür sıfatlarına bak­maksızın bir topluluğa genişlik verir, bir başka topluluğa da darlık verir. Zira Allah nezdinde dünya bir sinek kanadına bile denk değildir. Mümin, Allah’ın kaza ve kaderine razı olan, Allah’ın rahmetinden ümidini kesme­yen kimsedir. Zira Allah’ın rahmetinden kâfir kavimden başkaları ümit kesmez.

“Şüphesiz bunda iman eden bir topluluk için pek çok ibretler vardır.” Rızkın genişletilmesi ve daraltılması şeklinde zikredilen bu hususlarda sa­dık imana açık bir delil, Allah’ın birliğini ve kudretini tasdik eden mümini her şeyi sadece Allah’a havale etmeye sevkeden bir hüccet bulunmaktadır.