٣٧
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ اِنَّ فى ذلِكَ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
(37) e ve lem yerav ennellahe yebsütur rizka li mey yeşaü ve yakdir inne fi zalike le ayatil li kavmiy yü’minun
Görmediler mi? Allah dilediğine rızkı genişletir hem de daraltır gerçekten bunda ibretler (vardır) inanan bir kavim için
1. | e ve lem yerev | : ve görmüyorlar mı |
2. | enne | : olduğunu |
3. | allah | : Allah |
4. | yebsutu | : genişletir |
5. | er rızka | : rızık |
6. | li men | : kimse için |
7. | yeşâu | : diler |
8. | ve yakdiru | : ve takdir eder |
9. | inne | : muhakkak |
10. | fî zâlike | : bunda vardır |
11. | le | : elbette, gerçekten, mutlaka |
12. | âyâtin | : âyetler |
13. | li kavmin | : bir kavim için |
14. | yu’minûne | : mü’min olan, îmân eden |
AÇIKLAMA
“İnsanlara bir zarar isabet etti mi Rablerine, O’na dönerek dua ederler. Sonra onlara kendi tarafından bir nimet tattırdığında içlerinden bir grup Rablerine ortak koşarlar.” Yani insanlara genellikle hastalık veya açlık gibi bir belâ veya sıkıntı ya da havada, denizde ve karada başlarına bir tehlike dokunsa; onlar sadece bir olan, hiçbir ortağı olmayan Allah’a yönelerek Ona dua etmeye, Ona yalvarmaya, Ondan yardım dilemeye başlarlar. Nihayet onlardan belâyı kaldırıp da onlara nimetlerini bol bol verince onlardan bir grup serbest durumda Allah’a şirk koşarlar, O’nunla birlikte putlara ve heykellere taparlar.
Onlar menfaatçi ve çıkarcıdırlar. Menfaat vaktinde veya şiddetli ihtiyaç zamanında, Allah’a iman eder, sadece O’na dua ederler. Sonra da Rablerini tanımamazlıktan gelirler. Genişlik ve bolluk zamanında O’ndan yüz çevirirler. Hatta başkalarını O’na ortak koşarlar. Bu gerçekten çok şaşılacak ve garipsenecek bir olaydır.
“Böylece kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük etmiş olurlar.” “Li-yekfurû” kelimesindeki lâm, akıbet lamıdır. Yani onlar sonunda Allah’ın nimetine nankörlük, Onun lütuf ve ihsanını tanımamak gafletine düşerler. Bazıları bu fiilin tehdit manasında emir fiili olduğu görüşünü ileri sürdüler. Bu aynen şu ayet gibidir: “Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. ” (Kehf, 18/29). Bundan sonraki emir ifadesi de böyledir:
“Hele zevklenedurun, yakında bileceksiniz.” Emir tehdit içindir. Buradaki emir şu ayetteki emir gibidir: “Dilediğinizi yapın.” (Fussilet, 41/40). Yani ey müşrikler, dünyanın zevklerini ve lezzetlerini tadın bakalım. Dünyanın zevkleri geçici ve yok olmaya mahkûmdur. Allah’a yemin olsun ki bir yol kesici beni tehdit etse, ondan korkarım. Ya burada tehdit eden, bir şeye “Ol dediği zaman, dediği oluveren” Allah ise ben ne yaparım?!
Sonra Allah Tealâ müşriklerin hiçbir delil veya hüccet olmaksızın Allah’tan başkasına ibadet etme hususunda ihtilaf etmelerini reddederek şöyle buyurdu:
“Yoksa biz onlara bir hüccet indirdik de, Ona eş tutmalarını bu mu söylüyor?” Yani biz onlara bu yaptıklarını onaylayan onlara şirk koşmalarını söyleyen, yahut şirk koşmalarını gösteren, ya da bu konuda şahitlik eden ve putlara tapma hususunda delil olacak bir kitap ve hüccet mi indirdik?
Bu, inkâr mânâsında soru olup, bunun anlamı, böyle bir şey olmamıştır, Allah onlara bu söylediklerini kabul eden, bir kitap indirmemiştir, hiçbir peygamber göndermemiştir. Bu sadece onların icad ettikleri bir şeydir. Onlar sapıklıklarında gidip gelirler.
Allah Tealâ şirki açık olan müşrikin durumunu beyan ettikten sonra bunun alt derecesinde olan müşrikin durumunu beyan etti. Bu çeşit müşrikin, Allah’a ibadeti dünya için olan kendisine dünya malı verince memnun ve razı olan, vermediği zaman da buğzedip ümitsizliğe kapılan kimse olduğunu Cenab-ı Hak şöyle açıklamaktadır:
“Ne zaman insanlara bir nimet tattırdıysak, onunla çok sevinirler. İşledikleri günahlar yüzünden başlarına bir kötülük gelince de hemen ümitsizliğe kapılırlar.” Allah bazı insanlara bir nimet ihsan ettiği zaman insanlar
bununla şımanr ve şöyle der: “Günahlar benden gitti. Halbuki o çok şımarık ve gururludur.” (Hud, 11/10). Yani insanoğlu kendi kendine şımarır, başkalarına karşı övünür. Kendisine bir sıkıntı veya kötülük dokunduğu zaman Allah’ın rahmetinden ümitsizliğe kapılır ve buğzeder. Çünkü kendisine bir kötülüğün dokunması günahının uğursuzluğu sebebiyle olmuştur.
Dikkat edilirse Allah Tealâ “nimet’i kendi lütfuyla verdiği için nimetin sebebini zikretmemekte, “azab’ın adaleti gerçekleştirmek için verilmesi sebebiyle azabın sebebini zikretmektedir.
Bu ifade insanoğlu ve tabiatını yadırgama şeklindedir. Fakat bir başka ayette, daha önce geçen Hud ayeti akabinde Allah Tealâ sabreden müminleri istisna ederek şöyle buyurdu: “Ancak sabreden ve salih amel işleyenler müstesna…” (Hud, 11/11). Nitekim İmam Ahmed ve Müslim’in Su-heyb (r.a.)’den rivayet ettikleri sahih hadiste buyuruluyor ki: “Mümine hayret edilir. Allah onun için bir hüküm vermez ki onun için hayır olmasın. Mümine bir iyilik isabet ederse, şükreder. Bu onun için hayırlı olur. Ona bir sıkıntı dokunursa, sabreder ve bu onun için yine hayırlı olur.”
Daha sonra Allah Tealâ ümitsizliği ve umutsuzluğu kovacak şu ifadelerle onları uyarmaktadır:
“Onlar, Allah’ın, dilediğinin rızkını genişlettiğini, dilediğinin rızkını da daralttığını görmüyorlar mı?” Onlar bilmiyorlar mı ve görmüyorlar mı ki Allah küfür sıfatının varlığına bakmaksızın imtihan olsun diye kullarından dilediğine geniş rızık verir, iman ve salih amel bulunsa bile, dilediğine rızkı daraltır. Her iki durumu da hikmetiyle ve adaletiyle meydana getirip tasarrufta bulunan sadece Allah’tır. Allah iman ve küfür sıfatlarına bakmaksızın bir topluluğa genişlik verir, bir başka topluluğa da darlık verir. Zira Allah nezdinde dünya bir sinek kanadına bile denk değildir. Mümin, Allah’ın kaza ve kaderine razı olan, Allah’ın rahmetinden ümidini kesmeyen kimsedir. Zira Allah’ın rahmetinden kâfir kavimden başkaları ümit kesmez.
“Şüphesiz bunda iman eden bir topluluk için pek çok ibretler vardır.” Rızkın genişletilmesi ve daraltılması şeklinde zikredilen bu hususlarda sadık imana açık bir delil, Allah’ın birliğini ve kudretini tasdik eden mümini her şeyi sadece Allah’a havale etmeye sevkeden bir hüccet bulunmaktadır.