٥
عَسى رَبُّهُ اِنْ طَلَّقَكُنَّ اَنْ يُبْدِلَهُ اَزْوَاجًا خَيْرًا مِنْكُنَّ مُسْلِمَاتٍ مُؤْمِنَاتٍ قَانِتَاتٍ تَاءِبَاتٍ عَابِدَاتٍ سَاءِحَاتٍ ثَيِّبَاتٍ وَاَبْكَارًا
(5) ‘asa rabbuhu in tallakakune en yubdilehu ezvacen hayren minkunne muslimatin mu’minatin kanitatin taibatin abidatin saihatin seyyibatin ve ebkaren
Eğer o sizi boşarsa Rabbi yerinize sizden daha hayırlı zevceler (verir) müslüman kadınlardan mü’min kadınlardan itaatkar kadınlardan tövbekar kadınlardan ibadet eden kadınlardan oruç tutan kadınlardan dul ve bekar (kadınlardan)
1. | asâ | : belki, umulur |
2. | rabbu-hu | : onun Rabbi |
3. | in | : eğer |
4. | tallaka-kunne | : sizi boşadı |
5. | en yubdile-hû | : ona (onun için ….. yerine) değiştirmesi |
6. | ezvâcen | : zevceler, eşler |
7. | hayren | : daha hayırlı |
8. | min-kunne | : sizden |
9. | muslimâtin | : müslüman (Allah’a teslim olmuş) kadınlar |
10. | mu’minâtin | : mü’min (îmân etmiş) kadınlar |
11. | kânitâtin | : kanitin olan kadınlar (Allah’ın huzurunda saygı ile duranlar) |
12. | tâibâtin | : tövbe eden kadınlar |
13. | âbidâtin | : abid (Allah’a kul olmuş) olan kadınlar |
14. | sâihâtin | : oruç tutan, Allah yolunda hicret eden kadınlar |
15. | seyyibâtin | : dul kadınlar |
16. | ve ebkâren | : ve bekâr, bakire kadınlar |
عَسَى vermesi umulurرَبُّهُ Rabbininإِنْ طَلَّقَكُنَّeğer o sizi boşarsaأَنْ يُبْدِلَهُona yerinizeأَزْوَاجًاeşlerخَيْرًاdaha hayırlıمِنْكُنَّ sizdenمُسْلِمَاتٍAllah’a teslim olanمُؤْمِنَاتٍiman edenقَانِتَاتٍgönülden itaat edenتَائِبَاتٍtevbe edenعَابِدَاتٍibadet edenسَائِحَاتٍseyahat edenثَيِّبَاتٍdullarوَأَبْكَارًاve bakireler olmak üzere
SEBEB-İ NÜZUL
Bu âyet-i kerime de îlâ hadisesi üzerine inen âyet-i kerimelerdendir.
Daha önce (Mü’minûn Sûresinin 14. ve Ahzâb Sûresinin 53. âyetinin nüzul sebebinde) geçtiği üzere Enes ibn Mâlik’ten gelen bir rivayette Allah Tealâ, sadece bu âyet-i kerimenin indirilmesinde değil, bununla birlikte üç konuda daha Hz. Ömer’in isteğine muvafık âyet-i kerimeler indirmiştir. Bu rivayette Hz. Ömer şöyle demiştir: Dört şeyde Rabbime muvafakat ettim:
“Ey Allah’ın elçisi, (İbrahim’in) makamı arkasında namaz kılsak.” dedim. Allah Tealâ: “İbrahim’in makamından bir namazgah edinin.” (Bakara, 2/125) âyetini indirdi.
“Ey Allah’ın elçisi, hanımların için bir örtü edinsen (hanımlarını kapatsan); onların yanına iyi insanlar da giriyor, günahkâr insanlar da.” dedim. Allah Tealâ: “Bir de O’nun hanımlarından lüzumlu bir şey istediğiniz vakit onlardan perde arkasından isteyin.” (Ahzâb, 33/53) âyetini indirdi.
Hz. Peygamber (sa)’in eşlerine: “Ya Allah’ın Rasûlü’nden bu isteklerinizden vazgeçersiniz, ya da Allah sizlerin yerine O’na sizden daha hayırlı eşler verir ve sizi onlarla değiştirir.” demiştim. “Eğer o sizi boşarsa, Rabbinin, sizin yerinize ona sizden daha hayırlılarını vermesi umulur.” (Tahrîm, 66/5) âyeti nazil oldu.
“Andolsun ki Biz, insanı çamurdan, süzülmüş bir özden yarattık…” âyet-i kerimesi nazil olduğunda ben: “Yaratanların en güzeli olan Allah’ın şânı ne yücedir!” dedim de âyetin sonu bu şekilde nazil oldu
AÇIKLAMA
“Ey peygamber, Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi zevcelerinin hoşnutluğunu arayarak niçin haram ediyorsun? Allah çok esirgeyicidir.” Yani ey peygamber, hanımlarını memnun etmek için Allah’ın sana mubah kıldığı şeylerden bazılarını niçin kendine yasak ediyorsun? Allah Tealâ, senden sadır olan sana helâl olanları haram kılma hatasını affeder, sana merhamet eder, bu sebeple tevbe ettiğin günahlardan dolayı seni cezalandırmaz, muahaze etmez.
Bu, “Allah seni affetsin, onlara niçin izin verdin.” (Tevbe, 10/43) ayetinde olduğu gibi tatlı bir ifadeyle azarlama ve paylamadır. Bu ayette, Hz. Peygamber’in şerefli makamına tazim olsun diye helâlden kaçınması günah gibi kabul edilmiştir. Halbuki Hz. Peygamber’den başkasına bunu yapması mubahtır, günah değildir. Ayrıca burada şuna da işaret vardır: Rasulullah’ın evlâ ve efdal olanı terketmesi -her ne kadar gerçekte günah olmasa da- günah sayılır. Buradaki “haram etmek”ten maksat, balı ve hanımlarından bazıları ile teması kendisine yasak etmesidir. Yoksa Allah’ın helâl kıldığı şeyi haram kabul etmiş olması değildir. Çünkü helâli haram kılmak küfre götürür. Kurtubi şöyle der: Doğrusu bu, evlâ ve efdal olanı terketmekten dolayı bir hatırlatmadır. Zira Rasulullah’ın ne küçük ne de büyük hiçbir günahı yoktur.
Ebu Hanife’ye göre helâl olanı haram kılmak kişinin niyetine göre her şeyde yemindir. Meselâ: Buğdayı haram kılsa onu yememek üzere yemin etmiş olur. Mubah olan giyilecek ve içilecek şeyi haram kılsa bu yemin sayılır. Hanımını kendine haram kılsa -başka bir niyeti yoksa- ona îlâ (dört ay yaklaşmama) yemini yapmış sayılır. Zıhara niyet etmişse zıhar, talâka niyet etmişse talâk-ı bain olur. İki veya üç talâk gibi talâkta muayyen bir sayıya niyet etmişse niyet ettiği gibi olur.
Şafii’ye göre helâli haram kılma yemin değildir. Ancak sadece kadınlarla ilgili hususlarda kefaret gerekir. Kişi bununla talâka niyet etmişse ric’i talâk olur. Bir şeyi yemeyeceğim diye yemin eder sonra da yerse kişi yeminini bozmuştur, kefaret lâzım gelir.
“Allah yeminlerinizin çözülmesini size farz kılmıştır. Allah sizin yardımcınızdır ve O hakkıyla bilendir.” Yani Allah Tealâ Maide suresi 89. ayetinde beyan edilen kefareti vermek üzere yeminlerinizi bozmanızı meşru kılmıştır. 89. ayet şöyledir: “Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da kefareti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek, yahut onları giydirmek, yahut da bir köle azad etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin kefareti işte budur.”
Allah bunu size açıkladı. Allah’ın helâl kıldığını haram kılmak kimsenin hakkı değildir, helâl kılma ve haram kılma Allah’a aittir. İnsan böyle bir şey yaparsa bu söz, sahibini bağlamaz. Sizin işlerinizi üzerine alan, düşmanlarınıza karşı size yardım eden Allah’tır. Sizin maslahat ve kurtuluşunuzun hangi şeyde olduğunu bilen O’dur. Onun sözlerinde, fiillerinde ve işlerinizi tanzim ve tertip edişinde hikmet vardır.
Bu “yemini çözme” ayetinin gelişinin sebebi, Rasulullah (s.a.) Allah’ın kendisine helâl kıldığını haram kılarken yemin etmiş olmasıdır. Nitekim “Allah yeminlerinizin çözülmesini size farz kılmıştır.” ayetinin zahiri, burada çözülmesi lâzım gelen bir yemin olduğunu göstermektedir. Bazı rivayetler de bunu teyid etmektedir. Bu sebeple kadını veya balı haram kılmanın bir yemin olması itibariyle -ki bu bir “ilâ yemini”dir- “Allah yeminlerinizin çözülmesini size farz kılmıştır.” ayetinin önceki ayetle münasebeti vardır.
Rasulullah (s.a.) bu yemininden dolayı kefaret vermiş midir? Alimler bu konuda ihtilâf etmişlerdir, Hasan-ı Basri’ye göre vermemiştir. Çünkü Rasulullah’ın geçmiş ve gelecek bütün günahları affedilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.) bunu müminlere öğretmek için yapmıştır. Bu görüş isabetli değildir. Çünkü şer’î hükümler umumidir. Kefaret vermemenin Rasulullah (s.a.)’a mahsus bir hüküm olduğuna dair hiçbir delil yoktur. Bunun için Mukatil, Rasulullah’ın Mariye’yi kendisine haram kılmasında bir köle azad ettiğini söylemiştir. Müdevvene’de İmam Malik’ten Rasulullah’ın kefaret verdiği nakledilmiştir.
Kocanın hanımına “Sen bana haramsın veya hiçbir istisna yapmadan. Bana helâl olan her şey haram olsun.” demek suretiyle hanımını kendisine haram etmesine gelince: İbnü’l-Arabi’nin zikrettiğine göre on beş Kurtubi’nin zikrettiğini göre on sekiz görüş vardır. Bunlardan birisi de yukarıda zikrettiğimiz Ebu Hanife’nin görüşüdür. Buna göre, bu sözü ile koca, talâk veya zıhara niyet ederse niyet ettiği olur, bunlara niyet etmemişse yemin olur ve bu koca hanımına îlâ (hanımına yaklaşmamak üzere yemin) yapmış olur.
İmam Şafii ve İmam Malik’e göre bu, yemin değildir. Ancak “Hanımım bana haram olsun.” der ve bununla talâka niyet ederse İmam Şafii’ye göre ric’i talâk olur. İmam Malik’e göre ise bu bain talâk olur ve bu sözüyle üç talâk vermiş olur.
Hz. Ebu Bekir, Hz. Aişe ve Evzai’ye göre bu bir yemindir, kefaret verilir.
Sonra Allah’ın ilminin her şeyi kuşattığına dair delil zikredilerek şöyle buyuruldu:
“Hani peygamber zevcelerinden birine gizli bir söz söylemişti. Bunun üzerine o bunu haber verip de Allah da ona (peygambere) bunu açıklayınca peygamber bunun bir kısmını bildirmiş, bir kısmından vazgeçmişti.” Yani hani Rasulullah (s.a.) hanımı Hafsa’ya sır olarak bir söz söylemişti -ki bu, rivayetlere göre balı veya Mariye’yi kendisine haram kılması veya Aişe ve Hafsa’nın babaları Ebu Bekir ve Ömer’in kendisinden sonra ümmetin başına halife olacaklarını onlara bildirmesi idi. Hafsa da bunu başkasına söylemişti- Allah Tealâ bunu peygamberine haber verince Rasulullah Hafsa’nın söylediklerinin bir kısmını ona bildirmiş bir kısmını bildirmemişti.
“Bunu kendisine söyleyince o (hanım), “Bunu sana kim haber verdi” dedi. Peygamber de: “Bana her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan haber verdi.” dedi.” Rasulullah (s.a.) Hafsa’ya sırrı niçin ifşa ettiğini kendisine söyleyince: “Bunu sana kim haber verdi.” dedi. O da: “Hiçbir şey kendisine gizli kalmayan, sırları bilen, yerde ve gökte her şeyden haberdar olan Allah haber verdi.” dedi.
Sonra Allah Tealâ, Rasulullah’ın eşleri Hafsa ve Aişe’ye tevbe etmelerini tavsiye ederek ve onları azarlayarak şöyle buyurdu:
“Eğer her ikiniz de Allah’a tevbe ederseniz ne alâ çünkü hakikaten sizin kalpleriniz kaymıştır.” Yani eğer siz Allah’a tevbe eder, sır saklar, Rasulullah’ın sevdiğini sever, sevmediğini sevmezseniz tevbenizi kabul eder. Bu da sizin için daha hayırlıdır. Çünkü hakikaten kalpleriniz kaymış, haktan ve hayırdan yani peygambere ve sırrına saygıdan uzaklaşmıştır.
Bu hitap Hafsa ve Aişe’yedir. Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde İbni Abbas’tan naklettiği şu söz de buna delildir. İbni Abbas şöyle dedi: “Eğer her ikiniz de Allah’a tevbe ederseniz…” ayetinde adı geçen bu iki hanımın Rasulullah’ın hanımlarından hangileri olduğunu Hz. Ömer’e sormayı çok istiyordum. Nihayet onunla hac yoluna çıktık. Bir ara Ömer yoldan ayrıldı, elimde su kabı ile onu takip ettim. İhtiyacını gördükten sonra bana doğru geldi. Ellerine su döktüm, abdest aldı. Dedim ki: “Ey müminlerin emiri, Tahrim suresinde, Rasulullah’ın hanımlarından bahsi geçen o iki hanım kimdir?” O da: “Aişe ve Hafsa’dır.” dedi.
“Onun aleyhinde birbirinize arka verirseniz hiç şüphesiz bizzat Allah onun yardımcısıdır. Cebrail de müminlerin salih olanları da, bunların ardından melekler de yardımcıdır.” Yani eğer siz ikiniz kıskançlık ve onun sırrını ifşa etme hususundaki istek sebebiyle peygambere fena gelecek ve onu rahatsız edecek hareketlerle birbirinize destek olursanız, şüphesiz Allah ona yardım edecektir. Aynı şekilde Cebrail de Ebu Bekir ve Ömer gibi salih müminler de yardım edecektir. Allah’ın, Cebrail’in ve salih müminlerin ona yardımından sonra melekler de onun yardımcısı ve muhafızı olacaklardır. Rasulullah’ın (s.a.) şanının yücelmesi, kadınların tuzaklarından kurtulması, müşriklerin ve münafıkların onu rahatsız etme, ona zarar verme ve tuzak kurma hayallerinin yok edilmesi için Rasulullah’a yapılan bu yardım ve Rabbani teyid, hiçbir peygambere ve hiçbir beşere yapılmamıştır.
Sonra Allah Tealâ Rasulullah’ın bu iki hanımıyla beraber diğer eşlerini de ikaz ederek şöyle buyurdu:
“Eğer o sizi boşarsa yerinize, Allah’a itaatle teslim olan, Allah’ın birliğini tasdik eden, namaz kılan, tevbe eden ibadet eden, oruç tutan kadınlar, dullar ve bakire kızlar olmak üzere Rabbinin ona sizden daha hayırlılarını vermesi muhtemeldir.” Yani Yüce Allah sonsuz kudret sahibidir; peygamber hanımlarını boşarsa, Allah ona sizin yerinize sizden daha faziletli ve hayırlı, İslâm’ın bütün vecibelerini yerine getiren, imanı kâmil, Allah’ı melekleri, kitapları ve peygamberleri tasdik eden, Allah ve Rasulüne karşı son derece itaatkâr, günahlardan tevbekâr, Allah’a ibadette devamlı, O’na boyun eğen, oruç tutan, kimisi dul kimisi bakire eşler vermeye kadirdir. Kelbi’ye göre duldan maksat Firavun’un hanımı Asiye, bakireden maksat da İmran’m kızı Meryem gibi kadınlardır. Bu görüş zayıf hadislerden alınmıştır ve bu değiştirmenin yalnız ahirette olacağı fikrine dayanmaktadır.
Son iki özellik hariç bu vasıfların tamamının bir kişide toplanmasının mümkün olduğu unutulmamalıdır. Bu yüzden “dul ve bakire” kelimeleri “vav” harfi ile atfedilerek bağlanmıştır. Bu da bu iki vasfın farklı olduğuna, bir anda bir kişide bulunmasının mümkün olmadığına delâlet içindir, çünkü atıf muğayereti (farklılığı) gerektirir.
Bu ayet-i kerime Rasulullah (s.a.)’ı rahatsız etme gayretlerine karşı en ağır tehdidi içermektedir. Zira bir kadın için kocasının kendisini boşamasından ve başka biri ile evlenmeye karar vermesinden daha ağır bir şey yoktur. Çünkü bu onun belini kırar, uykusunu kaçırır ve hayatta mutluluk duygularını siler götürür. Yine bu ayette Allah’ın peygamberine onu istediği ile evlendirme vaadi vardır. Bazılarına göre bu, dünyada olacak idi, bazılarına göre ise ahirette olacaktır. Hem dünyada hem ahirette olması daha isabetli bir görüştür.