269

٢٦٩

يُؤْتِى الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَاءُ وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِىَ خَيْرًا كَثيرًا وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّا اُولُوا الْاَلْبَابِ

(269) yü’til hikmete mey yeşa’ ve mey yü’tel hikmete fe kad utiye hayran kesira ve ma yezzekkeru illa ülül elbab

Dilediğine hikmeti verir kime de hikmet verilirse muhakkak (ona) pek çok hayır verilmiştir bunu tefekkür eder ancak akıl sahipleri

1. yu’ti : verir
2. el hikmete : hikmet
3. men : kişi, kimse
4. yeşâu : diler
5. ve men yu’te : ve kime verilir(se)
6. el hikmete : hikmet
7. fe : o zaman, o taktirde, böylece
8. kad : olmuştu, olmuştur
9. ûtiye : verildi
10. hayran : bir hayır
11. kesîren : çok
12. ve mâ yezzekkeru : ve tezekkür edemez, düşünemez
13. illâ : ancak, sadece, hariç, den başka
14. ulû el elbâbi : ulûl’elbab, sırların sahipleri


AÇIKLAMA

şeytan eskiden beri insanın düşmanıdır. “İzzetin hakkı için hepsini mu­hakkak azdıracağım. Ancak aralarından ihlâsa erdirilmiş kulların müstesna.” (Sâd, 38/82-83) diye yemin eden bizzat odur. Şeytan insanlara vesvese verir ve sadaka verdikleri takdirde yahut da Allah yolunda infak ettiklerinde onları fa­kirlikle korkutur. Onlara, “İnfakınızın akabinde siz fakir düşeceksiniz” der ve cimriliğe, eli sıkılığa teşvikte bulunur.

Araplarda cimriye “el-fâhiş” denilir. O bakımdan ayet-i kerimedeki el-fah-şâ cimrilik anlamındadır. Vaad kelimesi ise hayır hakkında da kötülük hakkın­da da kullanılır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ateş, onu Allah kâ­firlere vaad etmiştir.” (Hac, 22/72). İşte bu korkutmaya vaad (ayet-i kerimede şeytanın fakirlikle korkutması) denilmesi, bunun gerçekleşeceğinin haber ve­rilmesinin mübalağa yoluyla ifade edilmesi dolayısıyladır. Adeta bu fakirliğin gerçekleşmesi şeytanın iradesi ile olacakmış gibi ifade edilmektedir. Bununla birlikte şunu belirtelim ki vaad, haber verilen tarafından yapılacak şeylerin haber verilmesidir. Şeytan ise ben sizi fakir düşüreceğim dememektedir. An­cak, fakir düşersiniz diye korkutmaktadır.

Bu korkutmayı İbni Ebî Hâtim’in Abdullah b. Mes’ud’dan yaptığı şu riva­yet açıklamaktadır: Abdullah b. Mes’ud dedi ki: Resulullah (s.a.) şöyle buyur­du: “Şüphesiz şeytanın da meleğin de Adem oğluna bir telkini vardır. Şeytanın telkini şer ile korkutmaktır, hakkı yalanlamaktır. Meleğin telkini ise hayır vaad etmektir, hakkı tasdik etmektir. Her kim bunu içinde hissederse bilsin ki o Al­lah’tandır. Bundan dolayı Allah’a hamdetsin. Her kim de öbür türlüsünü bulur­sa şeytandan Allah’a sığınsın.” Daha sonra Yüce Allah’ın, “Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size fahşâyı (cimriliği) emreder. Allah ise size kendi katından bir mağfiret ve bir bolluk vaad ediyor.” buyruğunu okudu.

Yüce Allah ise şeytanın aldatmaları, vesveseleri ve fahşâyı (cimriliği) em­retmesine karşılık, peygamberimiz aracılığı ile infak etmemiz dolayısıyla gü­nahlarımızın bağışlanacağını ve dünya hayatında infak ettiğimizin yerine baş­kasını vereceğini vaad etmektedir. Bolluk (el-fadl), mal ve hayırdır. Allah ise rahmeti ve lütfü pek çok olandır. O bakımdan size vaad ettiğini gerçekleştirir. O ne infak ettiğinizi çok iyi bilendir. O bakımdan yaptıklarınızı en güzel şekliy­le mükâfatlandıracaktır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Her ne

harcarsanız O, bunun yerine başkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Sebe’ 34/39). Buharî ve Müslim de Resulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğunu riva­yet etmektedirler: “Kulların sabahı ettiği her gün mutlaka iki melek (dünya se­masına) iner, onlardan birisi, “Allah’ım infak edene infak ettiğinin yerini tuta­cak olanı ver” der. Öteki de, “Allahım cimrilik edenin malını da telef et” der.” Yani birincisine Allah rızık edinmenin sebeplerini kolaylaştırarak infakımn yerine verir, ötekinin ise malını giderir.

Allah hikmeti kullarından dilediğine verir. Hikmet sahih olan görüşe göre peygamberlik değildir. Cumhurun dediği gibi hikmet ilim, fıkıh ve Kur”an’dır. O bakımdan hikmet, özel olarak peygamberlik anlamına gelmez, peygamberlik­ten daha genel kapsamlıdır. Hikmetin en üst derecesi nübüvvettir. Risalet on­dan da özeldir. Hikmet gerçekleri vehimlerden ayırt etme yolunu, vesveselerle ilhamı birbirine karıştırmamayı gösterir. Hikmetin aracı akıldır. Kur’an-ı Kerim’de yer alan hükümleri, sırlan bilip selim aklı ile ümmete sağladığı hayırlarıyla, infak edene sağladığı pek çok sevaplarıyla infakın faydalarını idrak eden bir kimse, şeytanın vesveselerinden etkilenmez, Allah yolunda harcamakta ve infak etmekte tereddüt göstermez. İbni Mes’ud’dan şöyle dediği rivayet edil­mektedir: Resulullah (s.a.)’ı şöyle buyururken dinledim: “İki şey dışında hiç bir şeyde kıskançlık yoktur. Bu iki şeyden (birisi) Allah’ın birisine bir mal vermesi ve bu malı hak yolda tüketecek gücü vermiş olması, (ikincisi de) birisine Al­lah’ın hikmet vermesi ve o kişinin bu hikmet gereğince hüküm vermesi ve onu başkasına öğretmesidir.”

Allah kime ilim, özellikle de Kur’an-ı Kerim’i ve dini kavrayabilme meziye­tini ihsan etmiş ve akim gösterdiği yola iletmiş ise, o kimse dünya ve ahirette hayra iletilmiş, işleri gerçek şekilleriyle idrak etmiş olur.

Şer’î hitabı ve ilâhî buyruğun anlamını kavrayan sağlıklı akıl sahibi kim­seler dışındakiler ilimden öğüt ve ibret almazlar. Öğütten etkilenmez ve veri­len öğütten yararlanmazlar.