5

٥

وَمَا اُمِرُوا اِلَّا لِيَعْبُدُوا اللّهَ مُخْلِصينَ لَهُ الدّينَ حُنَفَاءَ وَيُقيمُوا الصَّلوةَ وَيُؤْتُوا الزَّكوةَ وَذلِكَ دينُ الْقَيِّمَةِ

(5) ve ma ümiru illa liya’büdüllahe muhlisiyne lehüd din hunefae ve yükiymussalate ve yü’tüzzekane ve zalike dinülkayyimeh
Emrolunmuştur yalnız Allah’a kulluk etmeleri oysa din (uğrunda) tam bir ihlas ile namazı dosdoğru kılmaları ve de zekatı vermeleri işte doğru din budur

1. ve mâ umirû : ve onlar emrolunmadılar
2. illâ : den başka
3. li ya’budû allâhe : Allah’a kul olmak
4. muhlisîne : muhlisler
5. lehu : ona
6. ed dîne : dîn
7. hunefâe : hanifler
8. ve yukîmû es salâte : ve namazı ikame etmek
9. ve yu’tû ez zekâte : ve zekâtı vermek
10. ve zâlike : işte bu
11. dînu : dîn
12. el kayyimeti : kayyum

وَمَا أُمِرُوا oysa onlar başkasıyla emrolunmadılar إِلَّا sadece لِيَعْبُدُوا ibadet etmek اللَّهَ Allah’a مُخْلِصِينَhalis kılan لَهُ yalnızca O’na الدِّينَ dini حُنَفَاءَ hanifler olarak وَيُقِيمُوا dosdoğru kılmak الصَّلَاةَ namazı وَيُؤْتُوا ve vermekten الزَّكَاةَ zekâtı وَذَلِكَ işte budur دِينُ din الْقَيِّمَةِ dosdoğru


AÇIKLAMA

Allah Tealâ Rasulü Muhammed’i (s.a.) insanlar ve cinlerin hepsine, bütün alemlere ve gerek kendi dönemlerindeki gerekse sonraki dönemler­deki milletlerin hepsine gönderdi. Sahih dinden uzaklaşan Kitap Ehli ve müşrikler de buna dahildir. Bunun için de Allah Tealâ şöyle buyurdu:

“Kitap Ehlinden ve müşriklerden inkâr edenler kendilerine açık bir de­lil gelinceye kadar ayrılacak değillerdi.” Yahudiler, Hıristiyanlar, Araplar ve diğerlerinden putperest müşriklerden Peygamber (s.a.)’in risaletini in­kâr edenler, açık bir hüccet onlara gelinceye kadar içinde bulundukları küfrü bırakacak, miras aldıkları küfürlerinden kopacak değillerdi. Açık hüccet Rasulullah (s.a.) veya Kur’an-ı Kerim’di.

Anlatılmak istenen, Rasulullah (s.a.) veya onun getirdiği Kur’an onla­ra gelinceye kadar kâfirlerin küfürlerini ve Allah’a şirk koşmayı bırakmıyacaklarıdır. Zira Kur’an-ı Kerim, onların sapıklıklarını, cehaletlerini açık­layıp onları imana davet etti.

Sonra da Beyyine’den muradın ne olduğunu izah etti:

“(Bu delil) Allah tarafından tertemiz sahifeler okuyan bir elçi(dir.) On­ların içinde dosdoğru yazılmış hükümler vardır.” O Beyyine (açık delil) âlemlere rahmet olarak gönderdiği Muhammed (s.a.)’dir. Onlara, karışık­lık, yalan, şüphe ve küfürden, tahrif ve bozukluktan arınmış Kur’an’ın sahifelerindekini okumaktadır. Bilakis onda, Kitap Ehli’ne ve müşriklere din hakkında zorlandıkları her şeyi açıklayan parlak hakikat, haktan sapma­mış muhkem, dengeli ve dosdoğru yazılmış ayetler ve hükümler vardır. O bir kurtuluş ve rüşdtür, hidayettir, hikmettir. Allah Tealâ buyuruyor: “Ki ne önünden, ne ardından ona hiçbir batıl gelemez. Bütün kâinatın hamd ettiği, O, yegane hüküm ve hikmet sahibinden indirilmedir.” (Fussilet, 41/42), “Kuluna kitabı indiren ve ona hiçbir çarpıklık koymayan Allah’a hamdolsun.” (Kehf, 18/1).

Ayetin benzeri şu ayettir: “O, çok şerefli, kadri yüce, tertemiz sahifelerdedir. Kıymetli, sevgili, takva sahibi kâtiplerin elleriyle (yazılmıştır.)” (Abe­se, 80/12-16).

Bunun ardından da Kitap Ehli’nin ayrılığa düşmelerini açıkladı:

“Kendilerine kitap verilenler, ancak onlara apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler.” Ey Muhammed! Kitap Ehli’ne üzülme. Onların ayrılığa düşmeleri, ihtilâf etmeleri meselenin karışık olmasından değil, bilakis hak­kın ortaya çıkması, doğrunun belirmesinden ve hak dine ve açık belgeye irşad eden delil olarak Muhammed (s.a.)’in gelmesinden sonradır. O, temelde ellerindeki kitaba uygun olan Kur”an ile geldi. Fakat Allah Muhammed’i gönderince bölündüler; kimi iman etti kimi de inkâr etti. Halbuki Allah’ın dinine uyma ve Peygamberin Allah’tan yanlarındakini doğrulayıcı olarak getirdiklerine bağlılıkta tek bir yolda buluşmalı idiler.

Ayetin benzeri ayet şu ayettir: “Siz kendilerine apaçık deliller ayetler geldikten sonra parçalanıp ayrılanlar, ihtilâfa düşenler gibi olmayın. İşte onlar, en büyük azap onlarındır.” (Ali İmran, 3/105). Uyaran mazurdur. Al­lah Tealâ buyurdu ki: “Ta ki helak olan kişi apaçık bir delilden sonra helak olsun, diri kalan kişi de yine apaçık delili görerek hayatta kalsın.” (Enfal, 8/42).

Çeşitli yollardan rivayet edilen bir hadiste şöyle buyuruldu: “Yahudi­ler yetmiş bir fırkaya bölündüler. Hristiyanlar da yetmiş iki fırkaya bölün­düler. Bu ümmet de yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Birisi hariç hepsi ateş­tedir. Onlar kimlerdir Ya Rasulallah! dediler. “Ben ve ashabımın yolunda olanlardır.” buyurdu.”

Sonra da dinde asıl hedef olan Allah’a ihlâs ile kulluktan sapmaların­dan dolayı onları kınadı:

“Halbuki onlar Allah’a, O’nun dininde ihlâs erbabı ve muvahhidler olarak ibadet etmelerinden, namazı dosdoğru kılmalarından, zekâtı verme­lerinden başkasıyla emrolunmamışlardı. En doğru din de bu idi.” Onlar ayrılığa düşüp, ihtilâf ettiler. Halbuki onlar Tevrat ve İncil’de veya onlara Allah katından gelen Kur’an’da sadece Allah’a ibadetle emrolunmuşlardı. İbadetleri hiçbir şeyi şirk koşmadan halis olmalı idi. İbadeti, bütün dinler­den uzaklaşıp İslâm’a gelerek Allah azze ve celle için ihlâslı yapmalı idiler. Namazları da Allah’ın vakitlerinde istediği şekilde olmalı idi. Zekâtı da za­manı geldiğinde hak edenlere vermeliydiler. Bu emredildikleri, bedbahtlığı ve ayrılığı değil birlik ve ittifakı   gerektiriyordu. Muhammed (s.a.) daha önceki peygamberlerin emredildiğinden başka bir şeyle gelmedi. Metodu, zamanmdakilerin putperestliğinden tevhide ve Allah için ihlâslı ibadete yönelen İbrahim (s.a.)’in milletine uymaktır: “Sonra sana “Muvahhid bir müslüman olarak İbrahim’in dinine uy.” diye vahyettik.” (Nahl, 16/123).

Bu din ibadette ihlâs, O’nun dışında her ibadet edileni terk, namazları vaktinde ve Allah için eda edip muhtaçlara zekâtı vermektir. Müstakim milletin dini budur.

“Emrolunmamışlardı” sözü Tevrat ve İncil’de hanif dinden başka bir şeyle emrolunmadıklarmı ifade ediyor. Yani, onlar hakkında konan dinî hükümler bizim hakkımızda da konmuştur. Evla olan muradın Razi’nin de­ğindiği gibi olmasıdır: Kitap Ehli, Kur’an’da veya Muhammed (s.a.)’in lisa­nında bizim için ne tür sorumluluklar gelmişse onlardan sorumludurlar. Çünkü ayet yeni bir dinden söz etmektedir. Ayet “açık bir delil gelinceye kadar” yani, Muhammed (s.a.) gelinceye kadar, buyurmuştur. Allah Tealâ ayeti “En doğru din de bu idi.” sözü ile bitirmiştir. O da Muhammed (s.a.)’in dinidir. Bunlar ayetin bu tarz tefsirini doğrulamaktadır.

“Ancak onlara apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler.” Bu ayet­ten maksat Rasulullah (s.a.)’ı teselli etmektir. Yani, onların ayrılıkları seni mahzun etmesin veya üzmesin. Bu, hüccetin yetersizliğinden değil, onların inadmdandır. Onların geçmişleri de böyleydi; beyyine (açık deliller) onlara geldikten sonra cumartesi ve buzağıya ibadet konusunda da ayrılığa düş­müşlerdi. Bu onların eski bir geleneğidir.

“İbadet etmelerinden” sözünün aslındaki “lam”, “en” yerindedir. “An­cak ibadet etmeleri” manasınadır. Araplar lamı emir ve istek ifadesinde çokça kullanırlar. Şu ayetlerde de bu manada kullanılmıştır: “Allah size açıkça bildirmek ister.” (Nisa, 4/26), “Söndürmek istiyorlar.” (Saf, 61/8), Emir anlamında da: “Biz kâinatın Rabbine teslim etmemizle emrolunmuşuzdur.” (En’am, 6/71) buyurulmuştur.

İhlâs halis niyetten ibaret olduğuna ve niyette muteber sayıldığına gö­re, ayet emredilen herşeyin niyet edilmiş olmasına delâlet etmektedir. Şafiiler, abdest “Namaza kalktığınızda yüzünüzü yıkayın.” ayeti ile emredildiğine ve buradaki ayet de emredilen herşeyin niyet edilmiş olması gerektiği­ne delâlet ettiğine göre; iki ayetin toplamından abdeste niyet etmek gere­kir demişlerdir. Buna göre de bütün emredilenlerde kişinin ameli ile Al­lah’ın rızasını kastetmiş olarak niyet etmesi gerekmektedir. Yasakların da niyetsiz olarak terkedilmesi ecir getirmez. Allah için terketmiş olursa, o terkten dolayı ecir alır. Yeme ve uyuma gibi mubahları niyetsiz olarak ya­parsa ecir alamaz. Ama, Allah rızası ve taatte güçlenme amacı ile yaparsa onlardan da ecir alır.

“Liya’budullah”daki “ancak” anlamındaki lam, Ehl-i Sünnet’in ibadet cennet sevabına veya ateş azabından uzak kalmaya neden olduğu için emredilmemiş, bilakis biz kul, O Rab olduğu için emredilmiştir şeklindeki gö­rüşüne delalet eder. Hiçbir sevap veya azap olmadığı bir durumda bile iba­deti emretmiş olsa, sadece kulluktan dolayı yine ibadet gerekirdi.

İhlâs, işi tek bir gerekçe için yapmadır. Diğer gerekçelerin o fiili yap­mada bir tesiri olmamalıdır. Ayette geçen: “Muhlisine” ifadesi, fiilin baş­langıcından bitimine kadar bulunması gereken ihlâsı vurgulamaktadır. Muhlis=ihlâslı güzeli güzel olduğu için, vacibi vacip olduğu için yapan, fiili Rabbine ihlâslı olarak yapan; riya, şöhret veya başka bir şey amaçlama­yandır. Hatta, her ne kadar kat’i son ise de, cenneti isteme ve cehennem­den kurtulma dahi amaçlanmamalıdır.

Hem bu “halbuki onlar” ayeti, imanın söz, itikad ve amelin toplamın­dan ibaret olduğuna delildir. Çünkü Allah Tealâ ibadeti tevhid olan ihlâsa bitişik zikretti. Sonra da namaz kılmayı ve zekât vermeyi ona atfetti. Pe­şinden de hepsine: “En doğru din de bu idi.” sözü ile işaret etti