22

٢٢

وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَىَّ اَنْ عَبَّدْتَ بَنى اِسْرَاءلَ

(22) ve tilke ni’metün temünnüha aleyye en abbedte beni israil
Başıma kalkmış olduğun o nimette israil oğullarını kendine kul edindiğin içindir

1. ve tilke : ve bu
2. ni’metun : ni’met
3. temunnu-hâ : onu lütfettin, onunla lütufta bulundun
4. aleyye : bana
5. en abbedte : senin köle yapman
6. benî isrâîle : İsrailoğulları


AÇIKLAMA

Allah Tealâ bu kıssasıyla Musa b. İmran’ın peygamber olarak gönderilme­sini, Rabbinin ona hitap etmesini ve O’nun Tur dağının sağ tarafından Rabbine yakarışını anlatarak başlamakta ve şöyle buyurmaktadır:

“Hani Rabbin Musa’ya: “O zalimler kavmine git, Firavun kavmine git; on­lar hiç korkmazlar mı?” diye nida etmişti.

Yani Ey Muhammed! Kavmine şu olayı hatırlat. Hani Allah mukaddes Tuva vadisindeki Tur dağının sağ tarafından Musa’ya nida etmiş, onunla konuş­muş ve ona hitap etmişti. Musa’yı seçmiş, peygamber olarak göndermiş ve Ona şirk koşmaları, İsrailoğulları’nı köleleştirmeleri ve onların çocuklarını boğazla­maları sebebiyle kendi kendilerine zulmeden zalim Firavun ve kavmine gidip onları sadece Allah’a kulluk etmeye, Firavun’un ilâhlaştırılması fikrinden vaz­geçmeye davet etmesini emretmişti.

Allah, Musa’ya onların durumuna hayret etmesi için şöyle buyurdu: Onlar benden sakınmıyorlar mı? Benim şiddetimden ahiretteki intikamımdan kork­muyorlar mı? Bana isyan etmekten, küfürlerine ve haddi aşmalarına karşılık onlara vereceğim azabımdan sakınmıyorlar mı?

“Onlar hiç korkmazlar mı?” ifadesi yeni bir başlangıç cümlesidir. Bunun ardından Cenab-ı Hak, Hz. Musa’nın onlara uyan için gönderildiğini, onların başlarına gelecek feci akıbetten emin olduklarını ve Allah’tan pek az korktuk­larını zikretti.

Hz. Musa’nın Allah Tealâ’dan işittiği nida Ebu’l-Hasan el-Eş’arî’ye göre işitilen kelâm olmakla birlikte Allah’ın harflere ve seslere benzemekten mü­nezzeh olan ezelî kelâmıdır. Ebu Mansur el-Matüridî ise şöyle demiştir: Mu­sa’nın işittiği kelâm harfler ve sesler cinsindendi.

“Musa şöyle dedi: Ey Rabbim! Onların beni yalanlamalarından korkuyo­rum. Göğsüm daralır, dilim de dönmez.”

Yani Musa Rabbine icabet ederek şöyle dedi: Ey Rabbim! Ben onların beni yalanlamalarından korkarım, üzülürüm. Yaptıklarından etkilenerek ve acı du­yarak göğsüm daralır, peygamberliği yerine getirmek için üzerime vacip olan şeyi ifade etmeye dilim dönmez, kekelerim. Halbuki kardeşim Harun’un dili benden daha fasih, vücudu benden daha güçlüdür. “Onun için Harun’a da pey­gamberlik ver.” Harun’u da benim gibi peygamber kıl yahut O’nun da benimle birlikte bana destek ve yardımcı olacak bir nebi ve rasul olması için Cebrail’i vahiyle O’na gönder.

Bir ikinci sebep de şudur: “Hem ben onlara karşı suçluyum. Onların beni öldürmelerinden korkarım.” Yani ben Mısır’dan çıkmama sebep olan bir olay, peygamberlikten önce bir kıptîyi hataen öldürme olayı sebebiyle kıptî kabilesi­ne karşı suçluyum. Eğer yalnız başıma olursa bu sebeple beni öldürmelerinden korkarım. O zaman da peygamberlikten beklenen amaç gerçekleşmez.

Bu ifade peygamberlerin de diğer insanlar gibi bazan korkuya kapılabileceğini ima etmektedir. Böyle bir korku Peygamberimiz (s.a.) için de vaki olmuş Cenab-ı Hak da onu “Allah seni insanlardan (insanların şerrinden) korur.” (Maide, 5/67) buyurarak bu korkuyu gidermiştir.

Kısaca: Bunlar Hz. Musa’nın Allah’tan, kaldırmasını istediği mazaretler ve kendisiyle birlikte Hz. Harun’un da Firavun ve kavmine peygamber olarak gönderilmesi için saydığı sebeplerdir.

Hz. Musa Firavun ve kavminin kendisini yalanlamalarından korktuğunu söyleyerek mazeret beyan etmeye başladı, ikinci olarak bundan etkilenerek ve elem duyarak göğsünün daralacağını söyledi. Sonra da üçüncü olarak dilinin dönmemesini zikretti. Halbuki Harun (a.s.) kendisinden daha fesih bir lisana ve daha sakin bir mizaca sahipti.

Sonra dördüncü olarak, bir suçunun olduğunu söyledi. Bu suç peygamber­likten önce hataen işlediği adam öldürme suçu idi. Bu sebeple kıptîlerin derhal kendisini öldürmeye teşebbüs edeceklerinden ve dolayısıyla risaleti (ilâhî me­sajı) ulaştırma ve uyma görevini yerine getirememekten korktu.

Hz. Musa’nın arzulan iki noktada toplanıyordu.

– Kendisinden kötülüğün, şerrin ve ihmalkârlığın kaldırılması,

– Kendisiyle birlikte Hz. Harun’un da elçi olarak gönderilmesi. Cenab-ı Hak da O’nun bu arzularını kabul edip şöyle buyurdu:

“Hayır (korkma)! İkiniz de ayetlerimizle gidin. Biz sizinle beraberiz. Her şeyi işitiriz.”

Yani Allah, Musa’ya şöyle dedi: Ya Musa! Bu kanaatinden vazgeç. Hiçbir şeyden korkma. Çünkü onlar seni öldüremezler.

Cenab-ı Hak, Hz. Musa’nın ikinci arzusuna da “İkiniz de gidin” kavliyle icabet etti. Yani sen ve talep ettiğin kardeşin Harun beraberce sizlerin doğrulu­ğuna delâlet eden ayetlerimizle ve mucizelerimizle Firavun ve kavmine gidin. Ben de sizlerin yardımcınız ve destekçinizim.

Nitekim Cenab-ı Hak bir başka ayette şöyle buyuruyor: “İkiniz de korkma­yın. Ben ikinizle birlikte her şeyi duyuyorum ve görüyorum.” (Tâhâ, 20/46). Ya­ni. Ben, korumam, himayem, yardımım ve te’yidimle sizinle beraberim.

“İnna: (muhakkak ki biz)” kelimesiyle Cenab-ı Hak kendi zatını murad et­mektedir. “(Müstemiûn)” ise onların söylediklerini ve verdikleri cevabı işitiyo­ruz demektir. Bu kavl-i kerîmiyle Cenab-ı Hak, Hz. Musa ile Hz. Harun’un kalplerini takviye etmeyi ve onlara yardım edeceğini ve onları koruyacağını be­yan etmeyi murad etmiştir.

“Firavuna gidin. Ona: “Biz âlemlerin Rabbinin peygamberiyiz. İsrailoğullarını bizimle serbest bırak.” deyin.” Yani ikiniz birlikte Firavun’a gidin. Ona yumuşaklıkla ve nezaketle: “Biz âlemlerin Rabbinin elçileriyiz. Bizi sana ve kavmine elçi olarak Allah gönderdi. Yani ikimizden her birini sana gönderdi. İsrailoğullarını şu Allah’ın geniş arzında Rablerine kulluk etmeleri ve bizimle birlikte mukaddes topraklara -Filistin’e- dönmeleri hususunda serbest bırak” dedi.

Burada “rasul” kelimesi müfred olarak, bir başka ayette ise “Biz Rabbinin iki elçisiyiz” (Tâhâ, 20/47) şeklinde tesniye olarak gelmiştir. Çünkü “rasul” ke­limesi tek kişi için de birden fazla kişi için de kullanılabilir. Zira bu cins isim­dir. Yahut burada rasul risalet manasındadır. Yani biz âlemlerin rabbinin risaletinin sahibiyiz, demektir. Ya da Hz. Musa ile Harun aynı şeriat üzerindedirler ve kardeştirler. Sanki ikisi tek bir rasul gibidir. Yahut her biriniz peygam­berdir demektir.

Firavun onlardan yüz çevirdi. Musa’ya döndü. O’nu iki hususta kınayarak küçümseme ve ihtar edasıyla şöyle dedi:

a) “Biz seni çocukken yanımızda büyütmedik mi? Ömrünün birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi?”

Burada hazif yapılmıştır. Bu da şudur: Her ikisi Firavun’a gittiler. Allah’ın emrettiği şeyi ona söylediler. Bunun üzerine Firavun şöyle dedi: Senden bekle­nen bu değildir. Sen küçükken sarayımızda ve yatağımızda büyüttüğümüz, pek çok kişiyi öldürürken öldürmediğimiz ve senelerce kendisine ikramda bulundu­ğumuz kimse değil misin? Rivayete göre Hz. Musa onların yanında 30 sene kal­mıştı. Sonra da sen bu iyiliğe nankörlükle karşılık veriyor ve şu sözle karşımı­za çıkıyorsun: Bu iddia ettiğin ne zaman oldu?

b) “Sonunda yapacağın davranışı da yaptın. Sen nankörlerden birisin.” Yani sen ayrıca bizden birini öldürdün. Bu vurarak öldürdüğün kıptî şahıstır. O benim adamlarımdandı. (Bu Firavun’un fırıncısı idi.) Sen nimete nankörlük edenlerden oldun. Bu davranış vefakârlık ve iyiliğe iyilikle karşılık vermek gibi yüksek şahsiyetlerin ahlâkından değildir.

Hz. Musa ölüm olayı ile ve inkâr etmediği bilinen ve açık olan (çocukken Firavun’un sarayında) terbiye edilmesi konusunda cevap verdi. Çünkü pey­gamber kendisine gönderildiği kimseler ona ikramda bulunsa da bulunmasa da peygamberliği tebliğ etmekle yükümlüdür. Bu gibi sözlerden yüz çevirmek da­ha evlâdır. Zira bu konuda böbürlenme ve övünme olmaz.

“Musa: Ben o suçu işlediğim zaman cahillerden biriydim, dedi.” Yani Musa Firavun’a: Ben bu kötü fiili kıptînin öldürülmesi suçunu işlediğimde bunu kasden değil hata ile işlemiştim. Bu bana vahyolunmadan ve Allah bana risalet ve peygamberlik ikramında bulunmadan önce idi. Ben öldürme kasdı olmaksızın hata ile adam öldüren bir kimse durumundayım. Yahut ben bu vuruşumun ölü­me sebep olacağını bilmiyordum. Ben kendimi savunmak ve o adamı terbiye etmek üzere bilerek vurmuştum. Bu da ölüme sebep oldu. -Bu durum modern kanunlarda “ölüme sebep olan vuruş” adıyla adlandırılmaktadır- Yani beni kına­dığın bu öldürme benim tarafımdan kasden yapılan bir fiil değildi.

“Sizden korkunca da aranızdan kaçtım. Nihayet Rabbim bana hüküm bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı.” Yani bana bir adam haber verip de “Kavmin ileri gelenleri seni öldürmek için plan yapıyorlar.” (Kasas, 28/20) dedi­ği zaman sizin şiddetinizden korkarak Medyen’e kaçtım. Bana bir başka emir de gelmişti. Bu Allah’ın bana anlayış, ilim ve hikmet bahşetmesi beni sana elçi olarak göndermesiydi. Ben O’na itaat edersem selâmete kavuşurum. O’na muhalif olursam helak olurum.

Daha sonra Hz. Musa (a.s.) bir topluma -İsrailoğulları’na- kötülük yapıp o toplumun bir ferdini terbiye etme konusuna cevap vererek şöyle dedi:

“İsrailoğulları’nı köleleştirmen karşılığında başıma kaktığın şey de bir ni­met midir?” Kavmim olan İsrailoğulları’na kötülük edip onları senin işlerini ve adamlarının ağır işlerini gören köleler ve uşaklar olarak kullanmandan sonra bana iyilik yapmış ve beni terbiye etmiş sayılmazsın. Topluma kötülük yapman yanında bir kişiye iyilikte bulunmanın kıymeti olur mu? Onlara yaptıklarına nispetle şu zikrettiğin hiçbir şey değildir.

“îsrailoğullarını köleleştirdin.” sözünün manası onları zelîl kılarak kendi­ne köle edindin demektir. “Sizden korktuğum zaman sizden kaçtım.” ifadesindeki “minküm” ve “hıftüküm” kelimelerindeki zamir çoğul olarak kullanılmış “İsrailoğulları’nı köleleştirmen karşılığında başıma kaktığın şey de bir nimet midir?” ifadesinde “temünnühâ” ve “abedte” kelimelerindeki zamir de müfred olarak kullanılmıştır. Çünkü korku ve kaçma sadece Firavun’dan değil, hem ondan hem de Hz. Musa’yı öldürme planı kuran adamlarındandı. Bunun delili daha önce geçen şu ayettir. “Kavmin ileri gelenleri seni öldürmek için plan ku­ruyorlar.” Başa kakmak ve köleleştirmek ise sadece Firavun’un tavrı idi. Bu­nun için müfred olarak kullanılmıştır.