٧٤
يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِه مَنْ يَشَاءُ وَاللّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظيمِ
(74) yahtessu bi rahmetihi mey yeşa’ vallahü zül fadlil aziym
Rahmetini tahsis eder dilediği kimseye Allah büyük fazıl sahibidir
1. | yahtassu | : tahsis eder |
2. | bi rahmeti-hî | : rahmetini |
3. | men yeşâu | : dilediği kimse, dilediğine |
4. | ve allâhu | : ve Allah |
5. | zû el fadli | : fazl sahibi |
6. | el azîmi | : büyük |
AÇIKLAMA
Kitap Ehli alimlerinden ve başkanlardan bir kesim şüphe tohumlarını ekmek, bazı Müslümanları da dinlerine sokmak suretiyle kazanmak için Müslümanlar arasında sapıklığı yerleştirmeyi arzu ettiler. Fakat bunlar arzularını elde edemeyeceklerdir. Bunlar ancak kendilerini saptırırlar. Bu saptırmanın vebali yalnız onlara ait olacaktır. Çünkü onlar kendilerini faydasız, hatta zararlı bir işle meşgul etmektedirler. Kendilerini günah ve masiyete düşüren bir işle uğraşıyorlar. Onlar bunun farkında değildirler. Kötü hallerini anlayamıyorlar. Bu ise onlara yapılan en ileri derecedeki bir yergi ve küçümsemedir. Ayet-i kerime Yüce Allah’ın şu buyruğunu andırmaktadır: “Kitap Ehli’nden bir çoğu hak kendilerine besbelli olmuşken ruhlarında yerleşmiş olan kıskançlıktan dolayı sizi imanınızdan sonra kâfirler olarak geriye döndürmek isterler.” (Bakara, 2/109).
Ey Kitap Ehli (Yahudiler ve Hıristiyanlar)! Muhammed (s.a.)’in doğruluğuna delâlet eden ayetleri (kesin belgeleri) ne diye inkâr ediyorsunuz. Halbuki siz, kitaplarınızda bulunan o ayetlerin onun niteliklerine ve onu müjdeleyen ifadelere dayanarak doğruluklarına şahitlik edip durmaktasınız.
Ey Kitap Ehli! Peygamberlerin size getirdikleri hakkı alimlerinizin, başkanlarınızın fasit tevillerle, tahrif ve tebdil ederek uydurdukları batıla ne diye karıştırıyorsunuz? Muhammed’in durumunu niçin gizliyorsunuz. Halbuki ona dair açıklamalar sizin yanınızda Tevrat’ta ve İncil’de yazılı bulunmaktadır. Elinizdeki kitaplarda İsmailoğullarından bir peygamberin geleceğine, insanlara Kitabı ve hikmeti öğreteceğine dair bir müjde vardır. Sizler yanlışlık yaptığınızı, batıl üzere olduğunuzu bilmektesiniz. Siz bunu kıskançlığınız dolayısıyla ve inat ederek yapmaktasınız.
Daha sonra Yüce Allah, onların hile ve tuzaklarından bir başka çeşidi söz konusu etmektedir; o da şudur: Az önce açıkladığımız nüzul sebebinden de görüldüğü gibi onlardan bir kesim, günün erken saatlerinde İslâm’a girdiklerini açıkladılar. Müslümanlarla birlikte sabah namazını kıldılar. Akşam olunca da dinlerinden döndüler. Bundan kasıtları ise din hususunda insanlar arasında zayıf ve bilgisiz olanları karışıklığa düşürmek ve onların, “Bunların eski dinlerine girmeleri, gördükleri bir eksiklik, Müslümanların dinindeki bir kusur dolayısıyladır” demelerini sağlamaktı. İşte bundan dolayı, “Olur ki” dinlerinden “dönerler” demişlerdir. Halbuki hakkı bilenin ondan geri dönmeyeceğini bilmiyorlardı. Heraklius Ebu Süfyan’a Muhammed (s.a.)’in durumlarına dair sorduğu soruların arasında şöyle demişti: “Onun dinine giren hiç ondan geri dönüyor mu?” Ebu Süfyan ise “Hayır” demişti.
Yahudiler, sözlerinin geri kalan kısmında, peygamberliğin ancak kendileri arasında olacağını iddia ederek, şöyle derler: Müslümanlara size verildiği gibi Allah’ın kitaplarından bir kitap verilmiş olduğunu doğruladığınızı gizleyiniz ve bunu açıklamayınız. Bu açıklamayı yalnızca sizin dininize uyanlara yapınız, Müslümanlara yapmayınız. Böylelikle sizin yapacağınız bu açıklamanın onların dinlerine sebatlarını arttırması önlenmiş olur. Müşriklere de açıklamayınız ki, Müslümanlar onları İslâm’a çağırmasın. Yani Kitap Ehli gibi Müslümanların da Allah’tan gelmiş bir kitapları olduğunu doğruladığınızı ööğrenmesinler, bu bilgiyi onlardan gizleyiniz. İbni Kesir der ki: Dininize uyanlardan başkasına güvenmeyiniz veya sırrınızı ve sahip olduğunuz bilgileri onlardan başkalarına açıklamayınız. Elinizde bulunanları Müslümanlara göstermeyiniz. O vakit ona iman eder ve onu aleyhinize delil gösterirler. O halde bunun anlamı, sırlarını Müslümanlara açıklamamalarıdır.
Kıyamet gününde Müslümanların hakkı size karşı delil göstereceklerine, Allah’ın huzurunda getirecekleri delillerle sizleri yenik düşüreceklerine dair hususlarda size uyanlardan başkasına inanmayınız. İbni Kesir bunu açıklarken şöyle demektedir: Yani sizde bulunan bilgileri Müslümanlara açıklamayınız. O vakit onlar o bilgiyi sizden öğrenir ve bu hususta size eşit olurlar. Hatta ona olan ileri derecedeki imanları sebebiyle sizden üstün olurlar veya ellerinizde bulunanları size karşı delil edinirler. O vakit sizin aleyhinize delil ortaya konulmuş, dünya ve ahirette bu delil sizi bağlamış olur.
Bu buyruklar arasında bir ara cümlesi yer almaktadır. O da, gerçek hidayetin Allah’ın hidayeti olduğudur. Allah kimi imana iletmek isterse, o kimse kulu ve rasulü Muhammed’in üzerine indirdiği apaçık ayetlere, kat’î delillere, açık belgelere iman eder. Sizin hileleriniz, tuzaklarınız, desiseleriniz, hakkı gizlemenizin herhangi bir etkisi olmaz. Kitaplarınızda ümmî peygamber Muhammed’e dair bildiklerinizi ister gizleyiniz, ister hakkı açıklayınız, fark etmez ey Yahudiler! Bu, Allah’ın hidayet nimetini hiçbir şekilde değiştiremez.
Daha sonra Yahudilerin peygamberliğin yalnız kendilerinden olanlara verileceği şeklindeki iddialarım kesin bir şekilde reddetmekte ve şöyle buyurmaktadır: Bütün işler ve bu arada peygamberlik de Allah’ın tasarrufu altındadır, size ait değildir. Bunlar yalnız Allah’ın elindedir, veren de O’dur, vermeyen de. O dilediğine iman ve ilim ile lütufta bulunur, dilediğini de saptırır, basiretini köreltir. Gözünü kör eder, kalbini, kulağını mühürler. Mutlak lütuf sahibi O’dur. Hayır bütünüyle onun elindedir, kullarından dilediğine verir. Rahmetini yani peygamberliği dilediğine tahsis eder. Müminleri de sınırsız ve nitelendirilmeyecek kadar büyük lütuflarla mümtaz kılar. Onun lütfü geniştir, büyüktür. Rahmeti her şeyi kuşatmıştır, sınırsızdır. Rahmetinin etkilerini sınırlandırmaya imkân yoktur. Onların iddiaları gibi peygamberliğin yalnızca İsrailoğulları’na hasredilmesine yahut muayyen bir nesep veya belli bir şerefli zümreye hasredilmesi mümkün değildir.