21

    Nüzul SırasıCüzSayfaSure
    94 27539Hadid(57)

٢١

سَابِقُوا اِلى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا كَعَرْضِ السَّمَاءِ وَالْاَرْضِ اُعِدَّتْ لِلَّذينَ امَنُوا بِاللّهِ وَرُسُلِه ذلِكَ فَضْلُ اللّهِ يُؤْتيهِ مَنْ يَشَاءُ وَاللّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظيمِ

(21) sabiku ilay mağfiretin min rabbikum ve cennetin arduha ke’ardissemai vel’ardi u’iddet lilleziyne amenu billahi ve rusulihi zalike fadlullahi yu’tiyhi men yeşa’u vallahu zulfadlil’aziymi
Mağfiret için yarışın Rabbinizden (olan) cennet (için yarışın) genişliği göklerin ve yerin genişliği gibi olan hazırlanmıştır iman etmiş kimseler için Allah ve o’nun resulüne işte bu Allah’ın fazlı ihsanıdır onu dilediğine verir Allah azim, ihsan sahibidir

1. sâbikû : yarışın, koşun
2. ilâ magfiretin : bağışlanmaya, mağfirete
3. min rabbi-kum : Rabbinizden
4. ve cennetin : ve cennet
5. ardu-hâ : onun genişliği
6. ke : gibi, kadar
7. ardi : genişliği
8. es semâi : sema, gökyüzü
9. ve el ardı : ve arz, yer, yeryüzü
10. uiddet : hazırlandı
11. li ellezîne : onlar için
12. âmenû : âmenû oldu, îmân etti
13. bi allâhi : Allah’a
14. ve rusuli-hi : ve onun resûlü
15. zâlike : işte bu
16. fadlu : fazlı
17. allahi : Allah
18. yu’tî-hi : onu verir
19. men : kimse
20. yeşâu : ister, diler
21. ve allâhu : ve Allah
22. : sahip
23. el fadli : fazl
24. el azîmi : büyük


AÇIKLAMA

“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyundur, bir eğlencedir, bir süstür, aranızda bir öğünüş, malların ve evlâtların çokluğu ile iftihar ediştir.” Yani ey insanlar şunu iyi bilin ki dünya hayatı ciddiyeti olmayan bir oyundur, gelip geçici bir eğlencedir, geçici bir zaman için süslenilen bir zinettir, bir­birinize karşı mal çokluğu, evlâd kalabalığı ile övündüğünüz bir yerdir.

Nitekim ayet-i kerimede bu şöyle ifade edilmiştir: “Nefsanî arzulara, kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara cazib kılındı. Bunlar dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer Allah’ın katındadır.” (Âli İmran, 3/14).

Bu ifade dünyanın değersizliğine delâlet eder. Sonra Allah onu fay­dasının azlığı yanında çok çabuk yok olup gitmesi bakımından, yağmurun bitirdiği, büyüttüğü, gelişmesini tamamlayıp olgunlaştıktan sonra yok olup giden bir bitkiye benzeterek şöyle buyurdu:

“Bitirdiği nebat, ekicilerin hoşuna giden bir yağmur gibidir. Sonra o kurur da sen onu sapsarı olmuş görürsün. Sonra o bir çerçöp olur.” Yani dünya bir yağmur gibidir, bu yağmur sebebiyle biten bitkiler çiftçinin hoşuna gider. Sonra bu yeşil bitkiler kurur, sonra kırılır, uflanır, dağılır, çerçöp haline gelir, rüzgâr alıp götürür. Dünya buna benzer. Ayetteki “el-küffâr” kelimesi burada çiftçiler manasınadır. “Kâfir” gizleyen demektir. Çiftçi de tohumu toprağa gizlediği için bu ismi almıştır.

Bu ayetin bir benzeri de Yunus süresindeki şu ayettir: “Dünya hayatının durumu, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki insanların ve hay­vanların yiyeceklerinden olan yeryüzü bitkileri, o su sayesinde gürleşip bir­birine girer. Nihayet yeryüzü zinetini takınıp süslendiği ve sahipleri de onun üzerinde kudret sahibi olduklarını sandıkları bir gece ve gündüz ona emrimiz (afetimiz) gelir de onu sanki dün yerinde yokmuş gibi kökünden koparılarak biçilmiş bir hale getiririz.” (Yunus, 10/24).

Sonra Allah dünyaya karşı uyarıp, ahirete hazırlık için dünyadaki hayırlı şeylere teşvik ederek şöyle buyurdu: “Ahirette çetin bir azap vardır, Allah’tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı bir aldanış metaından baş­ka bir şey değildir.” Yani ahirette şu iki şeyden başkası yoktur: Ya Allah düşmanları için çetin bir azap veya Allah dostları ve itaat ehli için Allah tarafından bir mağfiret ve rıza. Ahirete nispetle dünya çok az ve değersiz bir şey olmasına rağmen ona aldanıp hoşlanan ve ondan başka dünya ol­madığına inandığından dolayı ahirete yönelik amel etmeyen için dünya sadece bir aldanmadan ve geçici olarak istifade edilen bir metadan başka bir şey değildir. Said bin Cübeyr şöyle dedi: Eğer dünya seni ahiret için çalışmaktan alıkoyuyorsa aldanma metadır. Ama seni Allah’ın rızasını kazanmaya ve onunla buluşmaya çağırıyorsa, o zaman o ne güzel meta ve ne güzel vesiledir.

İbni Cerir’in rivayetine ve sahih hadiste geldiğine göre Ebu Hüreyre Rasulullah’ın şöyle dediğini rivayet etti: “Cennette kamçı kadar bir yer dünyadan ve içindekilerin tamamından daha hayırlıdır.” Okuyun şu ayeti: “Dünya hayatı bir aldanış metadan başka bir şey değildir.” Bu son ilave sadece İbni Cerir’in rivayetinde vardır.

Buhari ve Ahmed bin Hanbel’in Abdullah bin Mes’ud’dan rivayet et­tiklerine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Cennet size terliğinizin bağından daha yakındır. Cehennem de öyle.” Bu hadis hayrın da şerrin de insana ne kadar yakın olduğunu gösteriyor.

Allah ahirette olacak mağfireti zikrettikten sonra ona doğru koşul­masını emretti. Yani Allah sevaplar ve dereceler kazandıracak, günahlara ve hatalara keffaret olabilecek ibadetleri yapmak ve haramları terketmek suretiyle hayırlara koşmayı, mağfirete ve cennete doğru yarışmayı em­rederek şöyle buyurdu:

“Rabbinizden gelecek bir mağfirete ve genişliği gök ve yer genişliği gibi olup Allah’a ve peygamberlerine iman edenler için hazırlanmış olan bir  cennete doğru yarışın.” Yani salih ameller yapmak suretiyle Rabbiniz tarafından affedilmenize vesile olacak şeylere doğru, müsabaka yapanların koşması gibi süratle koşun, davranın. Günahları ve isyanları silecek tevbeye ve genişliği yer ve göğün ikisinin genişliği kadar olan cennete ulaş­tıracak şeylere doğru koşun.

İşte hazırlanan ve yaratılan bu cennet Allah’ı ve peygamberlerini tas­dik eden, Allah’ın farz kıldığını yapıp yasak ettiğinden kaçanlar içindir.

Sonra Allah mağfiretin ve cennetin Allah Tealâ için bir zorunluluk değil, kendisi tarafından bir lütuf ve rahmet olduğunu beyan ederek şöyle buyurdu: “İşte bu, Allah’ın lütfudur ki onu kime dilerse ona verir. Allah büyük lütuf sahibidir.” Yani bu vaadedilen mükafaatı, cennet ve mağfireti vermek Allah’ın üzerine vacib değildir, sırf O’nun bir lutfu ve rahmetidir.

Sahih hadiste şöyle gelmiştir: Muhacirlerin fakirleri “Ya Rasulallah! Servet sahipleri bütün sevapları, yüksek dereceleri, ebedî cennetleri götür­düler. ” dediler. Rasulullah “Ne demek istiyorsunuz?” dedi. Onlar da şöyle dediler: “Bizim gibi namaz kılıyorlar, oruç tutuyorlar, ama onlar sadaka (zekât) veriyor, biz veremiyoruz, onlar köle azad ediyor, biz edemiyoruz.” Rasulullah (s.a.) “Size bir şey öğreteyim mi? Onu yaptığınızda sizden sonrakilerini geçmiş olursunuz ve sizin yaptıklarınızın aynısını yapanlar hariç hiç kimse sizden daha faziletli olamaz: Her (farz) namazın ardından otuz üçer defa subhanallah, elhamdülillah, Allahüekber deyin.” Bir müddet son­ra bu fakir muhacirler geri geldiler ve “Zengin kardeşlerimiz bizim ne yap­tığımızı duydular ve aynısını onlar da yaptılar.” dediler. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.): “Bu, Allah’ın lütfudur ki onu kime dilerse, ona verir.” ayetini okudu