11

    Nüzul SırasıCüzSayfaSure
    11 30596Duha(93)

١١

وَاَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ

(11) ve emma bini’meti rabbike fehaddis
Amma Rabbinin nimetini anlat

1. ve : ve
2. emmâ : amma, fakat
3. bi ni’meti : ni’metini
4. rabbi-ke : senin Rabbin, Rabbin
5. fe : artık
6. haddis : bahset, anlat

وَأَمَّا بِنِعْمَةِ nimetini de رَبِّكَ Rabbinin فَحَدِّثْ durmaksızın anlat


SEBEB-İ NÜZUL

a) Daha önce (İsrâ Sûresinin 85, Meryem Sûresinin 64. âyetlerinin nüzul sebebinde) geçtiği üzere Kureyş müşrikleri içlerinden seçtikleri beş kişiyi “Muhammed’i kitablannda bulup bulmadıkları ve niteliklerini bilip bilmedikle­rini sormak üzere Medine-i Münevvere’deki Yahudilere göndermişlerdi. Bu beş kişi Medine-i Münevvere’ye gelip önce hristiyanlara sordular. Onlar da böyle bir peygamber tanımadıklarını söylediler. Yahudiler ise: “Evet. biz kitabımızda onu buluyoruz ve bu zaman da onun gelmesi zamanıdır. Biz, Yemâme’nin Rahmânı’na (Müseylimetu’l-Kezzâb’ı kastediyorlar) o gelmesi beklenen peygamberin bilebileceği üç hasleti sorduk, bilemedi. Bu üç şeyi Muhammed’e so­run. Eğer ikisini bilir, birini bilemezse bilin ki o beklenen peygamberdir, ona tabi olun. Ona “Ashab-ı kehf olan gençleri, Zülkarneyn’i ve ruhu” sorun.” dedi­ler.

O beş kişi Mekke-i Mükerreme’ye dönüp geldiler ve Hz. Peygamber (sa)’e yahudilerden öğrendikleri üç şeyi sordular. Efendimiz (sa), onlara nasıl cevap vereceğini bilemedi, daha sonra cevap vereceğini söyledi ve fakat “İnşaallah.” demedi. Bir rivayete göre 40 gün, başka bir rivayete göre 15 (Veya 12) gün vahy gelmedi ve bu durum Hz. Peygamber (sa)’e çok zor ve ağır geldi. Müşrikler: “Muhammed’in Rabbi onu terketti.” bile dediler. Nihayet Cibrîl gelince Hz. Peygamber (sa): “Ey Cibrîl o kadar geciktin ki senin hakkında su-i zanda bu­lundum ve aynı zamanda seni özledim.” dedi. Cibrîl: “Ben seni senden daha çok özledim. Fakat ben görevli bir memurum, gönderildiğimde inerim, gönderilme­diğimde gelemem.” dedi ve Allah Tealâ: “Biz ancak Rabbinin emri ile ineriz.” (Meryem, 19/64 âyet-i kerimesini; “Hiçbir şey hakkında “Ben bunu herhalde yarın yapıcıyım, deme.” (Kehf, 18/23) âyet-i kertmesini ve bu Duhâ Sûresini indirdi.

b) Müslim’in Cündüb (el-Becelî)’den rivayetine göre Cibrîl’in Rasûlullah (sa)’a gelmesi gecikince müşrikler: “Muhammed terkedildi.” dediler de bunun üzerine Allah Tealâ: “Andolsun kuşluk vaktine ve sükûna erdiğinde geceye ki Rabbin seni ne terketti. ne de  darıldı…”yı ayetini indirdi.

Hâkim’in Zeyd ibn Erkam’dan rivayet ettiği bir habere göre ise Rasûlullah (sa) bir kaç gün durmuş ve Cibrîl kendisine gelmemiş. Bunun üzerine Ebu Leheb’in karısı Ümmü Cemîl: “Öyle görüyorum ki arkadaşın seni terketti.” de­miş ve bunun üzerine Allah Tealâ bu Sûre-i Celîleyi indirmiştir.

Buhârî ve Müslim’in Cündüb ibn Süfyân’dan rivayetinde o şöyle anlatıyor: Allah’ın Rasûlü (sa) hastalandı ve iki veya üç gece kalkmadı. Bir kadın O’na geldi ve: “Ey Muhammed, şeytanının seni terketmiş olduğunu umarım. Baksana iki üç gecedir sana yaklaştığını görmüyorum.” dedi ve işte bunun üzerine Allah Tealâ: “Andolsun kuşluk vaktine ve sükûna erdiğinde geceye ki Rabbin seni ne terketti, ne de darıldı…”yi ayetini indirdi.

İbn Cerîr’in Abdullah ibn Şeddâd’dan rivayetle tahric ettiği bir habere göre Hz. Hadice, Hz. Peygamber (sa)’e: “Öyle sanıyorum ki Rabbın seni terketti.” demiş ve bunun üzerine bu Sûre nazil olmuştur. Yine İbn Cerîr’in Urve’den ri­vayetinde Hz. hadice’nin bu sözü neden söylediği de açıklanıyor. Buna göre Cibrîl’in Hz. Peygamber (sa)’e gelmesi gecikince Allah’ın Rasûlü (sa) bundan çok korkmuş da Hz. Hadice: “Senin bu korkunu gördüğü için herhalde Rabbin seni terketti.” demiş.

Herhalde hem Ümmü Cemîl, hem de Hz. Hadice Hz. Peygamber (sa)’e: “Rabbin seni terketti.” demiş olmalılar. Ancak Ümmü Cemîl, Hz. Peygamber (sa)’e düşmanlığından ve onunla alay etmek için; Hz. Hadice de Rasûlullah (sa)’a olan sevgisi ve ona acımasından böyle söylemiş olmalıdır.

c) Taberânî, Müsned’inde İbn Ebî Şeybe, Vahidî ve başkalarının Hz. Pey­gamber (sa)’e hizmet eden Havle’den rivayetle tahric ettikleri bir hadiste o şöy­le anlatıyor: Bir köpek eniği Hz. Peygamber (sa)’in evine girmiş, sonra yatağın altına girerek orada ölmüş. Hz. Peygamber (sa) dört gün durmuş ve bu günler zarfında kendisine vahy inmemişti. “Ey Havle, Rasûlullah’ın evinde acaba bir şey mi oldu ki Cibrîl bana gelmiyor?” dedi. Ben de kendi kendime: “Evi şöyle bir derleyip toparlasam, hazırlasam.” dedim ve bir süpürge alıp evi süpürdüm. Süpürgeyi yatağın altına soktuğumda baktım ki orada bir köpek eniği ölüsü var, alıp çıkardım ve duvarın arkasına attım O sırada Hz. Peygamber (sa) cübbesiyle titreyerek (veya sakalı titreyerek) geldiler. Kendisine vahy geldiğinde onu bir titreme tutardı. Geldi ve bana: “Ey Havle üstümü ört.” buyurdu ve işte bunun üzerine Allah Tealâ “Ve sen hoşnut olacaksın.”a kadar olmak üzere “Andolsun kuşluk vaktine…”yi ayetini indirdi.

Hz. Peygamber (sa)’in hane-i saadetlerinde bir köpek eniğinin girerek öl­mesi üzerine Cibrîl gelmesinin geciktiği kıssası meşhurdur. Ancak bu Duhâ Sû­resinin inmesine sebep olması rivayeti gariptir ve hattâ şazdır ve sahih rivayetler bu rivayeti reddetmektedir.

d) Alûsî, herhangi birine isnad etmeksizin şöyle bir kavil daha zikreder: Hz. Osman, Hz. Peygamber (sa)’e bir salkım üzüm veya bir salkım hurma hediye etmişti. O sırada bir dilenci gelip bunu Hz. Peygamber (sa)’den isteyince Efen­dimiz tutttu o salkımı bu dilenciye verdi. Hz. Osman o dilenciye dönüp salkımı kendisinden satın aldı ve tekrar Hz. Peygamber (sa)’e hediye etti. Aynı dilenci gelip o salkımı yine istedi ve Hz. Peygamber (sa) de yine ona verdi. Hz. Osman da gitti, dilenciden o salkımı tekrar satın aldı ve getirip Hz. Peygamber (sa)’e hediye etti. Dilenci yine gelip isteyince bu üçüncü defasında Hz. Peygamber kızgın olarak değil de bir latife olarak o dilenciye: “Sen dilenci misin, yoksa tüccar mısın?” buyurdular. Bundan sonra bir kaç gün vahy gelmeyince Hz. Pey­gamber bir yalnızlık hissetti (vahyin kesilmesinden korktu) ve herhalde o esna­da müşrikler de Hz. Peygamber (sa)’in Rabbi tarafından terkedildiğini söyledi­ler ve bu hadise üzerine bu sûre nazil oldu.

4. Ahiret elbette senin için dünyadan daha hayırlıdır.

Taberânî’nin el-Mu’cemu’1-Evsat’ında İbn Abbâs’tan rivayetine göre Hz. Peygamber (sa) şöyle buyurmuştur: Bana, benden sonra ümmetime fetholunacak yerler arzolundu da bu beni sevindirdi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ “Ahiret elbette senin için dünyadan daha hayırlıdır.’   âyetini indirdi


AÇIKLAMA

“Andolsun kuşluk vaktine, Sükûna vardığı dem geceye ki, Rabbin seni terketmedi. Darılmadı da.” Gündüzün başlangıcında güneşin yükselme anı olan duha vaktine yemin olsun. Burada anlatılmak istenen ise, geceye kar­şılık olduğu için gündüzdür. Ve, kişinin elbise ile örtündüğü gibi, yerleşip, karanlığı ile gündüzü kapladığı zaman geceye yemin olsun. Rabbin seni bırakıp terketmedi. Vahyi de senden kesmedi. Bazılarının sandığı veya senin içinden geçirdiğin gibi sana küsmedi, darılmadı. Bu gerçek, Kur’an’ın Allah katından olduğuna delildir. Eğer Kur’an -haşa- Peygamberin kendi sözü olsaydı bir kesinti olmazdı.

Sonra da, geleceğinin geçmişinden daha iyi olacağını müjdeleyerek buyurdu ki:

“Elbette ahiret senin için dünyadan hayırlıdır.” Vahyin kesildiği ve ölümün geldiği varsayılsa bile, ahiret yurdu senin için daha hayırlıdır. Zira senin gelecekteki durumun geçmiştekinden daha hayırlıdır. Hergün daha bir aziz oluyorsun, mevkiin de yükseliyor. Seni terkettiğimi sanma. Bilakis, gelen her günde sen daha yücelmiş ve yükselmiş oluyorsun. Bu şerefin yanında her bir şeref ve nimet pek küçük kalır

İmam Ahmed, Tirmizi ve İbni Mace İbni Mesud’dan rivayet ettiler. Dedi ki: Rasulullah (s.a.) bir hasırın üzerine yaslanmıştı. Alnında iz bırak­tı. Uyandığında alnını silmeye başladım ve dedim ki: Ya Rasulallah! İzin verseniz de, hasırın üzerine (yumuşak) bir şey sersek! Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: “Benim dünya ile ne işim var? Ben ve dünyanın misali, bir yol­cu gibidir; bir ağacın altında konaklamış sonra da, bırakıp gitmiştir.”

Büyük bir bağışla da müjdeledi onu:

“Muhakkak Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın.” Elbette Rabbin sana bol bir bağış, dünya ve ahirette büyük bir nimet lütfedecektir. Dün­yadaki nimet dini fetihtir. Ahiretteki ise, sevap, Havz ve ümmetine şefaat­tir ki, sen bu verilenlerden hoşnut kalacaksın. Bu, her iki yerde de yücelik ve üstünlüğün ona verileceğine delildir. Dini bütün dinlerin üstünde ola­cak, kıyamet gününde de şefaat ile değer bütün peygamberler ve insan­ların üstünde olacaktır. Ayette “elbette” anlamındaki tekid harfini ve gele­cek ifade eden “sevfe” edatı kullanması, bir maslahat için gecikse bile, lütfün hiç tereddütsüz ve mutlaka olacağını ifade etmek içindir.

Sonra Allah Tealâ Peygamber (s.a.)’ine onu göndermeden önceki nimetlerini saydı. Sanki şöyle demektedir: Seni, daha önce terkedip, bırakmadık da, peygamberlikten sonra unutup, mahcup edeceğimizi mi sanıyorsun?

“O, bir yetim olduğunu bilip de (seni) barındırmadı mı? Seni bilmez bulup da bunları sana öğretmedi mi? Seni, bir fakir olduğunu bilip de zen­gin yapmadı mı?” Rabbin seni, babasız bir yetim olarak bulup, sana sığı­nacağın bir sığmak vermedi mi? O da deden Abdülmuttalib ve amcan Ebu Talip’tir. Çünkü henüz anne karnında iken veya doğumundan sonra babasını kaybetmişti. Altı yaşında iken de annesi Amine binti Vehb vefat et­ti. Sonra, o sekiz yaşında iken vefat edinceye kadar dedesi Abdülmuttalib’in himayesinde idi. Amcası Ebu Talip himaye etti onu. Kırk yaşında Allah onu peygamber olarak gönderdikten sonra bile kendisini himaye ve yardımım sürdürdü.

Seni, dine ait hükümleri bilmez bulup da bunları sana en güzel ve doğru şekilde öğretmedi mi? “İşte biz, sana da böylece emrimizden bir ruh vahyettik. Halbuki kitap nedir, iman nedir, sen bilmezdin. Fakat biz onu bir nur yaptık. Bununla kullarımızdan kimi dilersek ona hidayet ederiz.” (Şura, 42/52).

Seni, aile sahibi, fakir, malsız olarak buldu da, Hatice’nin malıyla yap­tığı ticaret ve Allah’ın sana lütfettiği bereket ve kanaat ile seni zengin etti. Buhari ve Müslim sahihlerinde Ebu Hureyre’den rivayet ettiler. Rasulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğunu söyledi: “Zenginlik mal çokluğu ile değil, gönül zenginliği iledir.” Sahih-i Müslim’de Abdullah b. Amr’dan Rasulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğu rivayet edildi: “Müslüman olan, yeterli rızık verilen ve Allah’ın kendisine verdiği ile kanaat etmeyi nasip ettiği kimse kurtulmuş­tur.”

İbni Cerir ve İbni Ebi Hatim, Katade’den “O, bir yetim olduğunu bilip de (seni) barındırmadı mı? Seni bilmez bulup da bunları sana öğretmedi mi? Seni, bir fakir olduğunu bilip de, zengin yapmadı mı?” sözü hakkında, bunlar Rasulullah (s.a.)’ın Allah Tealâ’nın onu peygamber olarak gönder­meden önceki merhaleleri idi, dediğini nakletmiştir.

Ardından Rabbi, bazı ahlâkî ilkeleri ve bu nimetlere şükrü emrederek şöyle buyurdu:

1- “O halde, yetime gelince kahretme.” Nasıl ki sen bir yetimdin de Al­lah seni barındırdı, sen de yetimi horlama, ona kötülükte bulunma, zaafın­dan ötürü ona zulümle musallat olma. Aksine  hakkını koru, ona iyilikte bulun, nazik davran. Kendi yetimliğini hatırla. Bundan dolayı da Rasulullah (s.a.) yetime iyi davranır, ona iyilikte bulunup, yetimlere hoş muamele yapılmasını tavsiye ederdi.

2- “isteyeni de azarlayıp kovma.” İlim elde etmek isteyeni, mal isteyeni horlama, azarlama. Bilakis ona güzel bir şekilde cevap ver.

3- “Bununla beraber, Rabbinin nimetini söyle.” Rabbinin sana nimetini an, şükret. Peygamberlik ve hayatın boyunca sana verilen diğer nimetlere şükret. Nitekim nebevi bir duada şöyle gelmiştir: “Bizi nimetine şükreden, onu öven ve benimseyenler kıl. Üzerimizdeki nimetini tamamla.”

Ebu Davud ve Tirmizi sahih dediği bir rivayette Ebu Hureyre’den şöy­le rivayet ettiler: Peygamber (s.a.) buyurdu ki: “İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a da şükretmez.”